SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; 1950 KUŞAĞI; BİR ÖYKÜ AKADEMİSİ…

1950 KUŞAĞI; BİR ÖYKÜ AKADEMİSİ…

M.Sadık Aslankara
(10.3.2022 YAZISIDIR.)

1950 Kuşağı öykücüleriyle bu yazarların öykücülükleri konusunda öyle çok yazıldı, haklarında öyle çok tartışılıp farklı yanlarından söz edildi ki, görece bugün kuşak odağında öne sürülebilecek her çıkarım, düşünsel not, belki de bir biçimde daha önce yapılmış herhangi dillendirmeyle örtüşecektir kaçınılmaz olarak.

Yine bu kuşağın içinden gelmiş olan Doğan Hızlan, bir yazısında, 1950 Kuşağı öykücülerinden söz ederken onları bir orkestra eğretilemesiyle anlatır, öyle tanıtır. Bu örnekleme, dikkat çekici bir anlamlandırma getiriyor. Çünkü kuşak üyesi her yazar, Hızlan’a göre 1950 öykücülüğünün önemli bir öğesidir, enstrümanı kendine özgü bir tarzda kullanır, ama sonuçta tümü, yani kuşak üyesi olan yazarlar, bir büyük orkestra halinde ortaya çıkar.

Doğrusu, buna eklenebilecek daha ne olabilir değil mi, ama insan yine de bir şeyler söylemekten alamıyor kendisini.

Öte yandan 1950’lerin şiir, öykü bütün edebiyatta değil yalnız, sanat ortamlarıyla dallarındaki türlerde de tiyatrodan sinemaya, resimden müziğe, akla gelebilecek her alanda adeta mucizevi bir büyük değişimle dönüşümün yaşandığı yıllar olduğunu unutmamalıyız.

Bu genel, büyük değişim-dönüşüm evresi, kuşkusuz farklı bir rüzgâr estirdi, güçlü bir ivme kazandırdı, kabul, ama öyküde 1950’ler çizgisinin de, üstelik sürekli yükselen eğrisiyle sanattaki genel bütünlüğe katkı sağlamadığı öne sürülebilir mi hiç, kesinlikle bu da göz önüne alınmalı o halde.

Kuşak öykücülerinden kimi alırsak alalım, hepsi de ortak bir öykü eşiği, paydaşlığı temelinde kendi anlatısını kurmuş, deyiş yerindeyse kendine özgü bakış ve yaklaşımla, ele alışla diri, yepyeni bir sesle bunları öyküye taşıyıp getirmişti ve getirdiği her ne varsa bunları işte bu eşik, paydaşlık üzerinde yapılandırdı yine de.

1950 Kuşağını bunca yücelten, değerli kılan yan, orkestrayı oluşturan enstrümanları, piyanonun tuşlarını kullanan bu yazarlarda aramak, bu sanatsal büyüyü onlara yüklemek gerekiyor.

Her biri kol kola girmiş halde, ama yine de farklı düğümler atmış, farklı dokuda, bambaşka yapıda öyküler çıkarıp birbirlerini alabildiğine yükseltmiş oldu sonuçta bu kuşak öykücüleri.

Yine de onların, İkinci Yenicilerle birlikte yazınımızda topluluk halinde iki önemli devrim yaptıkları öne sürülebilir.

  1. 1950 Kuşağı öykücüleri, dili, gerek halk dili gerekse anlatı dili olarak geliştirdiler, bu dili daha edebi-yazınsal olan yeni bir kanal üzerine oturttular,
  2. 1950 Kuşağı öykücüleri, gerçekliğe bakışta algı değişikliğine gittiler ve bunu kurmayı başardılar.

Bu ortak edim, kuşak yazarlarının her birinde ayrı ayrı yankısını buldu, bu doğrultuda her biri yine de apayrı öykülemeyle okur karşısına çıkmayı başardı, yansıtımını da buna göre gerçekleştirdi.

Onun içindir ki yıkılamaz doruk oluşturdu 1950 Kuşağı öykücüleri. Özetle söylersek bu durum, onları, öykücülüğümüzün adeta akademisyen kuşağı haline getirmiş oldu sonuçta.

Bu kısa yazıdan hareketle dilimiz, yazınımız 1950 Kuşağı yazarlarıyla ne denli onur duysa yeridir.