SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; SOKAK TÜRKÇESİYLE YAZARLIK…

SOKAK TÜRKÇESİYLE YAZARLIK

M.Sadık Aslankara
(09.03.2023 YAZISIDIR.)

“Sokak Türkçesi” derken, “sokak İngilizcesi” vb. söyleyişlere benzer bir ayırmadan, kategorize edişten söz ediyorum.

Bununla, ölçünlü dilden uzak ama tüm halk kesimlerinin salt gündelik yaşamı karşılamak, aralarında en alt düzeyde anlaşabilmek amacıyla kullandığı, kısa tümceler halinde az sayıda ancak orta malı haline geldiği için adeta sakıza dönmüş sözcükler eşliğinde kurulan hemen herkesin kullandığı bir dil anlaşılmalı. Araya yer yer kaba veya argo sözcükler ya da küfürlü seslenişler karışsa da bu dilin sokak argosu olmadığı da göz önünde tutulmalı.

Buna göre sokak Türkçesini, ev-aile, mahalle-yakın çevre, köy-kasaba vb. ilk elde herkesin düşünüş, tutum, davranış vb. birbirine benzerlikte yarıştığı, bu çerçevede birörnekleşerek tek tipe dönüşüp birbirlerini tanıma-tanımlama bağlamında konuştukları “anadili” olarak almak da pekâlâ olanaklı.

Kabaca “anne dili” olarak da nitelenebilecek “anadili”, eğitim-öğretimle yükselir, bu eğitim-öğretime ev-aile, mahalle-yakın çevre, köy-kasaba vb. çevresinden kaynaklanan ne denli farklı anadili olursa olsun, bunlar hangi ağızlarla konuşulursa konuşulsun, bu insanların tümü yine de yüksek bir iletişim dili konumuyla bir anadil için eğitilmiş olur. Öğrenilen dil, artık “anadili” değil “anadil”dir.

“Anadili”, ilk öğrenilen dilse de “anadil”, sonradan öğrenilen dildir. Anadil bir ailedir, pek çok lehçesi olabilir, oysa anadili, öğrenilmeden kişinin yaşamına katılır. Görece yakıştırmayla anadil çoksesli, anadili teksesli bir dildir de diyebiliriz.

Buradan çıkarılacak sonuç “anadili”nin ayrı, “anadil”in ayrı kavramlar olarak alınması gerektiği, yazarlığın bir anadile dayandırılarak yapılabileceği gerçeği.

Demek ki yazarlık için kullanılacak dil anadildir. Ne ki, kişi, yazarlık yönünde evrilirken, kişide ortaya çıkan bu eğilimin ilkin anadilinde başlayacağı, kısa ya da uzun bu hazırlanma süreci boyunca anne sütü benzeri hep anadilinden yararlanacağı ortada.

Burada düz değişmeci anlatıma dayalı biçimde anadiliyle kurulup yine aynı yolla yayılan masal, söylen, hikâyat vb. türler üzerinde de ayrıca iki satırla durmakta yarar var.

Masal, söylen-hikâye hatta kahvede anlatılan fıkra da olsa bunların yine de anadilinin hünerli bir aktarımı olarak karşımıza çıktığı unutulmamalı asla. Çocukluğumuzda dinlediğimiz her masalın değil, belli bir anlatıcı özne aracılığıyla kulağımıza dolan, onun ağzından dinlediğimiz masalların etkisini sürdürdüğü unutulmamalı hiçbir zaman. Diyeceğim, bu işte yetenekleriyle öne çıkan insanlar, kurdukları her anlatıyı, kendi anadillerinde olanakları çerçevesinde hünerli kılmak için çabalar. Tıpkı bir türküde ya da dokunan kilimde güzelliğe erişme çabasına benzer biçimde.

Bu yolla da sözlü edebiyatımızın nakli anlatı geleneği içinde, yüksek soyutlayımla, anlatı hüneriyle kendini gösteren, seçilmiş olan yapıt yok değildir.

Yine de unutulmaması gereken, bunların tümünün nakli anlatılar olduğu gerçeği. Halk dilinde “nağıl” olarak geçen, “sözlü kültür”ün bir yansıması halinde tükenme boyutuna gelse de bir biçimde Anadolu ücrasının kimi coğrafyalarına tutunup yaşamak için direnen tür, bunun için örneklenebilir.

Yüksek soyutlayım gerektiren edebiyatsa, akli anlatılar olarak ölçünlü bir anadil temeli üzerinde oturacak gövdeyle yükseltilebilir ancak. Bu doğrultuda yazar da, süreç içinde kendisini, ancak bu yolla gerçekleştirip anıt yapıtlar çıkarabilir ortaya.

Demem o ki, bir yazar, elbette anadiliyle yola çıkar, çünkü bildiği dildir, harcını hazırlayıp kendisini mayalar, bu dil yurdunda biriktirdiklerini ciddi dilsel birikime dönüştürür, sonrasında buna dayalı kazanımlarla anadile geçip anlatı kurmaya başlar, sonuçta, kendine özgü, hatta salt kendisinin olan bir dile ulaşma şansı yakalayabilir. Eğer bunun üstesinden gelebilir, böylesi bir başarı gösterirse büyük mutluluk yaşayacaktır.

Anadili, kullanımlık iletişim dilidir, görece bir tür işaretleşmeyle sağlanan uylaşım dilidir gibi yuvarlamayla da nitelenebilir bu.

Oysa sanat, bilim, felsefe alanlarında olduğu kadar yazınsal üretimler de birbiri üzerine birikerek kurulan özel bir dille yapılandırılır, bu nedenle anlatı, yüksek soyutlayım gerektirir.

Nitekim “halk romanı”, “halk öyküsü” vb. nitelenebilecek, kitlelere yönelik yapıtlar bile anadilde kurulur, bir ölçüde düşük düzeyde de olsa kullanımlık iletişim diline yaslanır ama sonuçta yine de yalın dönüştürümle, okuru zorlamayacak ölçülü bir soyutlayımla okur önüne gelir. Diyeceğim, geniş kitlelere sunulmak üzere kaleme alınan öykü-roman bu türdeki yapıtlar bile sonuçta anadil temelinde yükselir.

Konuyu tam buradan alıp Eva Selin’in “Transmedya Ekosistemine Eleştirel Bir Bakış” alt başlığıyla kaleme aldığı Transmedya Kültürü (Lejand, 2022) adlı kitabını da araya katarak “iletişim dili” temelinde yeniden işleyeceğim.