Anı Yazıları: Hayatımın İki Kadını…

Hayatımın İki Kadını…
.Sadık Aslankara
(12.7.2018 Yazısıdır.)

“Hayatımın İki Kadını”, yazı başlığı olarak alındığında insanın aklına başka anlam öbekleri de gelebilir kuşkusuz. Sözgelimi annemle ablam da olabilir hayatımın iki kadını, karımla kızım, bacımla dostum, arkadaşım, say sayabildiğince.

Annemin, ablalarımın, kızımın, torunumun dışında kalan, ancak emekleri, özverileri, destekleri, sevgileri, şefkatleriyle üzerimde hakları bulunan iki kadına, hayatımı azizleyen iki insana getirmek istiyorum sözü bu yazıda.

İlki, kızım Göze’nin de annesi Birsen Aşçı. İkincisi Meral Özünlü.

Yaş bir yerlere geldiğinde, kişi anlatmak isteyip de sırasını kolladığı, ama bir türlü fırsatını yakalayamadığını düşündüğü anılarını apaçık paylaşabilmeli. Nitekim Birsen, olacak iş değil, omzunu kırmış; Meral de artık çalışma yaşamının sonuna vardı görünürde. Herhangi bir gün bir iş gelse üçümüzden birinin başına, diyelim kopsak şu yaşamdan, içimizden geçirmekle birlikte bir türlü zamanını denk getirip de birbirimize söylemediğimiz sözler öylece kalacak havada, karikatürlerin balonlarına benzer biçimde.

Sırasıdır dedim bu kez. Şimdi dillendirmeyeceğim de ne zaman kalkacağım bu vebalin altından?

Sadık Aslankara & Birsen Aşçı, Göze Aslankara, Denizli, 1989
Sadık Aslankara & Birsen Aşçı, Göze Aslankara, Denizli, 1989

Birsen, fakülteden arkadaşım, cin gibi bir kızdı. Okuyan, entelektüel düzeyi alabildiğine yüksek, davranışlarından yansıyan sağlıklı mantık örgüsüyle ikna edici tutumuyla ortamın sakinleştiricisi, doğaçtan konuşma yetisine sahip, bulunduğu her ortamda esprileriyle dikkati üzerine çekmeyi başaran, bütün bu özelliklerinden ötürü de çevresindekilerce sevilen bir insandı.

Birsen’in bu yanları elbette beni çok etkiledi, sonrasında dostluğumuz, 1976’da evlilik ilişkisine evrildi. Onunla 1975-2002 arasında yirmi altı-yirmi yedi yıl süren bir birlikteliğimiz oldu. Gerek Ankara’da gerekse Denizli’de uzun yıllara yayıldı bu süreç. Ankara’da kurduğumuz düzen, kentin insanı olmam nedeniyle Denizli’de enikonu dengesini yitirmedi değil. Ama biraz da çaresizliğin baskısı egemendi bu duruma.

Ankara’da, Denizli’de elde olmaksızın onu yalnızlığa mahkûm ettiğim, kendisiyle baş başa bıraktığım oldu çokça. İlkin meyhanelerin bulanık kopkoyu gecelerinde yitip gittim neredeyse, derken tiyatronun, insandan yalnız özveri bekleyen o sanatsal bencilliğinin girdabında dönüp dolaştım. Sonuçta Birsen giderek kendi yalnızlığında, ben de sanatın insana dayattığı mahkûmiyet anlamında farklı bir yalnızlıkta geçirdik neredeyse yılları.

Ankara’da onunla yaşadığım ama ayakta durma çabama karşın kendimi derbeder, başıbozuk hayattan bir türlü kurtaramadığım yıllarda da (1975-1980), Denizli’de alınyazıma dönüşen tiyatro hareketinde de (1982-1992), doğrusu ya, yaptıklarını, değerli yardımını, katkısını, koruyuculuğunu unutamam Birsen’in.

Birsen’le ilişkimiz, 1989’da yaşadığımız kırılmayı göğüsleyebildi ama 2002”deki kırılmayı aşamadı. Kâğıt üzerinde bu ilişki “resmi” boyutunu sürdürüyor görünse de artık onunla bu tarihten sonra hiçbir bağım kalmadı, bu da değil, aramızdaki dostluk ortadan kalktı, acı olan bu.

Ne var ki onun bana kattıklarından söz etmemek, değerbilirlikle bunun altını çizmemek olsa olsa art niyetle açıklanabilir yalnızca.

Meral Özünlü’yle ilişkimse Birsen’le aramızdaki bağların bütün bütüne koptuğu 2002’den iki yıl sonra başladı, 2004’te.

Sadık Aslankara & Meral Özünlü, İstanbul, 2016
Sadık Aslankara & Meral Özünlü, İstanbul, 2016

Dağlardan taşıdığı kekik kokusuyla, kırlardan demetlediği gelincikle, papatyayla girdi yaşamıma. Onca nahif, kırılgan yanına karşın çevresindeki a’dan z’ye akla gelebilecek her kesime, kişiye direnerek bu ilişkiyi yaşatmayı başardı bir ana tanrıça edasıyla.

Yüceltti beni hep, el üstünde tuttu. Hatta şımarttı diyeyim daha doğru bir deyişle. Hoş, bunu Birsen için de söyleyebilirim ama o, genelde soğukkanlı duruşa çağırırdı beni daha çok, Meral’se yapıp etmelerimin ardılı gibi davranırdı çokluk. Uyarmaz değildi, ama sonunda bana katılmaktan da geri durmazdı.

Gerçekten neredeyse hiç karşı koymadı bana, hot zotuma hiç itiraz etmedi. Şimdilerde düşünüyorum da, bana gösterdiği hoşgörünün kırıntısını dahi gösteremedim oysa ben ona.

Hayatımın boz bulanık geçen 2002-2004 yılları arasındaki o iki yılı onun şefkatiyle aştığımı söylemem gerekiyor hak bilirlik gereği. Görece karamsar kaldığım o ağır süreçten çıkıp bu dönemi geride bırakmamda önemli rol oynadı.

Ancak dolu bir zenginlikle yaşadığım bu on iki-on üç yılın ardından 2016-17 geçişinde bir kırılma yaşadık Meral’le. Daha doğrusu onun böyle bir kırılma yaşamasında doğrudan hem sorumlu hem suçlu oldum ne yazık ki.

O günlerden bu yana ilişkimiz sonlanmış görünüyor… Şimdiden kestiremesem, bilemesem de akıbetini.

Ama bunları yazmamak, on yıllarımı paylaştığım bu iki kadınla ilgili düşüncelerimi, duygularımı paylaşmamak çok değer verdiğim iki kadına da haksızlık olacaktı. Beri yandan iç dünyamı dile getirememenin eksikliğini yaşayacaktım aynı zamanda.

Bilinsin isterim; iki kadına da borçluyum… Bir yaşa vardığında, içindeki duygu, düşünce neyse paylaşabilmeli insan. İç dökenin yanı sıra, iki değerli kadın dışında kalan okur-yazar da öğrenebilmeli bu gerçeğimi.

İnsan elbette dolu mu dolu bir yaşama tutkusuyla sürdürüyor hayatı, ölüme direniyor ille. Bunu âdeta yaşamsal-cinsel bir libido kültü biçiminde almaya çabalamaktan yanayım ben. Bu yüzden ölüme karşı direnişte aşkı, yaşamda insana sunulabilecek büyülü bir muska olarak alıp kabulleniyorum.

Diyeceğim o en genel hayat içinde payımıza düşen yaşam dediğimiz soluk alıp verme alabildiğine sınırlı, ama aşk var ya aşk, işte o sonsuz…

Anımsarsınız söylem; ars longa; sanat uzun yaşam kısa…

Bu da öyle bir şey… Aşk sonsuz, yaşam sonlu…

Öncekilerdeki gibi nicesini de yaşasam, ille aşk yine de, hayatın değişmeyecek gerçeği bu, bana sorulursa!