ATÖLYE’DEN; Didem Mollaoğlu; Atölyeli Anı

ATÖLYE’DEN

Atölye Anısı
Didem Mollaoğlu

Sadık Aslankara’nın atölyesini ilk Gümüşlük’te başka bir atölyede tanıştığım İlkay’dan duydum. İlkay’la tanışmasak Eskişehir’de düzenlenecek böyle bir atölyeden haberdar olmam ihtimali yoktu. Atölyedeki İzmirli arkadaşlarla gitmeye karar verdik. Onların karavanıyla Eskişehir’e gidecek ve iki haftalık eğitim süresince karavanda kalacaktık. Benim gibi gezgin biri için muhteşem bir fırsattı. Tüm programı da ona göre yaptım. İlkay’a atölyeye katılacağımı bildirdim.

Atölyenin başlamasına bir hafta kala Eskişehir’e birlikte gitmeyi planladığım arkadaşlarım, ailevi nedenlerden dolayı katılamayacaklarını bildirince ne yapacağımı bilemedim. Haberi aldığımda Çanakkale’deydim ve Eskişehir’de iki hafta boyunca kalabileceğim bir yer yoktu. İlkay’ı aradım. Atölyeye katılmak istediğimi, plandaki değişiklik nedeniyle zor durumda kaldığımı anlattım. Beni hiç tanımamasına rağmen evinde kalabileceğimi söyleyince mutlu oldum ve Çanakkale’den on saat süren otobüs yolculuğu ile Eskişehir’e gittim.

Sadık Aslankara’nın Türk edebiyatının önemli bir ismi olduğunu bilmem dışında kendisine ait başka hiçbir şey bilmiyordum. Bu da benim cahilliğim tabii. Yazı ve edebiyatla hiç ilgilenmemiş bir insan için böylesine ileri seviye eğitime katılması da ancak cahil cesareti olurdu zaten ve öyle de oldu.

Sadık Hoca ilk günden sarstı hepimizi. “Geometri Bilmeyen Giremez” yazıyordu yerde. Geometri bilmediğimi söyleyemedim. Yazı ve edebiyatla zaten alakam yoktu bir de geometri bilmediğimi söylesem eğitime katılma şansım hiç olmayacaktı. Evet üçkağıt yaptım. Pişman değilim. “Ben yazarım,” diyerek başlayan drama ve ilk gün kısık çıkan sesimiz gün geçtikçe yükselmeye, tutuk olan kalemimiz akmaya başladı.

Her gün “Ben yazarım,” deyişiyle başlayan dersler şiir, masal okuyarak devam etti. Bu sayede sesli okuyarak yazının ritmini duymayı, sesimizi kullanmayı ve teleskobik bakmayı öğrendik. Yazıya, edebiyata, dilbilgisine ve Türkçeye dair ne varsa tüm sabrı ve bilgeliğiyle bize öğretmeye çalıştı. Titizlikle hazırladığı ders notları hiçbir yerde bulunamayacak bir hazineydi.

Dilerim ders notları kitap olur ve yazar olmak isteyenlere ışık tutar. Yazının tekniğinden kurgusuna, dilinden ritmine kadar öyle değerli bilgiler paylaştı ki yazarlıktan öte hem dilbilgisine hem de kendime dair büyük farkındalıklar yarattı. Her gün neredeyse altı saat süren eğitim boyunca bir saniye bile enerjisinden ve tutkusundan bir şey kaybetmeden bize bir şeyler öğretmeye çalışmasını ise hayranlıkla izledim.

Teknik bilgilerin ve okumaların yanı sıra yazıyı drama ile birleştirmesi ise inanılmaz öğreticiydi. Bu sayede yaşayarak, hissederek yazmanın önemini kavradık. Ama benim için yapılan tüm dramalar yazmayı kolaylaştırmasından öte bir terapi niteliğindeydi. Kendime dair birçok şeyi fark etmemi, duyularımın gelişmesini sağladı.

Yedi gün boyunca, her gün geliştirerek yazdığımız öyküyle yazının gelişimini görmemiz ve anlamamız için muhteşem bir çalışmaydı. Benim için iyileştirici yönü ise tarif edilemez.

Zor bir on beş gündü. Gerek ödevlerle, gerek dersler sırasında yazdığımız yazılar ve yaptığımız dramalarla çok yorulduk, çok zorlandık. Ama Sadık Hoca’nın disiplini ve hiç bitmeyen enerjisi ile motive olduk.

İçeriği bu kadar dolu, öğretici bir eğitime daha önce hiç katılmamıştım. Dilerim ki yazı ile ilgilenen herkesin yolu Sadık Hoca ile kesişsin, Mahmut Hoca kıvamı disiplinin bir tadına baksın, bir sersemlesin ve kendine gelsin. Yazsın, yazdıkça kendini bulsun. Ve dilerim ki Sadık Hoca’nın tutkusu ve enerjisi hepimize geçsin.

Hakkını ödeyemeyeceğim bu muhteşem eğitim için, emeğiniz için ne kadar teşekkür etsem az hocam. En önemlisi de bana yazıdan fazlasını öğrettiğiniz için teşekkür ederim. Ülkemizin sizin gibi aydın ve yaptığı işi tutkuyla, aşkla yapan insanlara ihtiyacı var. İyi ki varsınız ve hep olun.