DENEME-ELEŞTİRİ; YAZAR BEYNİNDE İŞLEK PATİKALAR…

YAZAR BEYNİNDE İŞLEK PATİKALAR…

M.Sadık Aslankara

“Yapay zekâ”, günümüzde, insanlığı tehdit eden en büyük tehlikelerden biri olarak gösteriliyor. Bu sorunsal, yazarlar için de ciddi önem taşıyor kuşkusuz. Öyle ya, yapay zekâyla her an ortaya çıkması olası maddi temelli bir “robot yazar”, manevi temelli varlık “insan yazar” karşısında aynı zamanda güçlü bir rakip elbette.

Hoş daktilodan elektrikli daktiloya, ondan bilgisayara geçiştekine benzer bir süreç olarak “yazı evleri” anıldığında, bunların da yapay zekâ mantığıyla bir tür “proje metin” üreten üsler olduğu kestirilebilir kolayca.

İlk ağızda bu, engellerin aşılması, pek çok güçlüğün altından kalkmak için bundan yararlanılması, kimi tekniklerle buluşların önünün açılması bağlamında insana yakışan tutum olarak alınmadı değil. Bu çerçevede yapay zekâyı, insan aklının bir zaferi olarak kabul etmemek mümkün mü?

Ne var ki yürüyen merdivenin, asansörün hizmete girmesiyle ayaklarını yürümekten alıkoyan, akıllı telefon, internet vb. teknik olanakların salt aklı tembelliğe iten yanlarından yararlanan bir yaklaşımın gide gide beyni düşünmekten alıkoymasına da şaşırmamak gerekecektir o zaman.

Gerçekten de edebiyat endüstrisinin kaçınılmaz uğraklarından biri olarak ötekiler kadar değilse de görünürlük kazanmış haliyle yazı evleri, neredeyse her köşe başında karşımıza çıkabiliyor. Yaratıcı yazarlık kurslarındaki yaygınlığa benzer yol alış biçiminde.

Nitekim filmlerin, dizilerin, komedilerle şovların, hatta “lansman” adı altında yapılan sunumların, profesyonel yazarlarca kaleme alındığını, bu işlerin, kolektif temelde yazım endüstrisi uzantısı yazar gruplarınca üretildiği biliniyor.

Bunlara bakarak işin, edebiyat verimine uzanmayacağı, edebiyatın yapay zekâ tarafından üretilmeye başlamayacağı savlanabilir mi? Cem Say’ın 50 Soruda Yapay Zekâ (Bilim ve Gelecek Kitaplığı, 2018) adlı kitabını okumanın, yanı sıra Hawking kitaplarına yeniden göz atmanın tam sırası bana göre.

Hawking, zenginlerin, çocuklarının DNA’ları üzerinde yapacakları değişiklikle aile soylarında kalıcı iyileştirme sağlayabileceğini, ortaya çıkması olası bu “insanüstü ırk”ın da insanlığın sonunu getirebileceğini vurguluyor.

Ona göre, “Bu tür insanlar ortaya çıktığında, geliştirilmemiş insanlarla ilgili önemli sorunlar olacak. Sıradan insanların soyu tükenecek ya da önemsiz hale gelecekler.” (Cumhuriyet, 16.10.2018)

Sıradan insan soyunun tükenmesine gerek kalmayabilir… Neden derseniz, onları önemsiz kılıp robot-köle haline çevirmek yetebilir programlayıcılara.

Hawking’in sözleri, ister istemez bin yıllar önceki köleci toplum düzenini anımsatıyor insana. Ya o zaman n’olacak? Yazarın bahtına bir tür kölelik mi düşecek? Yapay zekâ robot-yazardan sonra sıra köle-yazara geldi de biz mi ayırdında değiliz bunun? Yoksa bir trajik yarılma mı yaşıyoruz hep birlikte?

Felsefenin ünlü adlarından Epiktetos’un köle olduğu biliniyor. O çağlarda felsefeci-bilimci, sanatçı, sporcu köleler revaçtaydı, sergiledikleri hünerden ötürü. Bu nedenle sahiplerince agoralarda ya da şölen sofralarında baş tacı ediliyorlardı sahiplerince. Bu doğrultuda robotların sanat yapabilir hale gelmesi, ister istemez, insanın kendisini de robotlaştırabileceği kaygısı uyandırıyor. Öyle ya insanın, yapay zekâ düzeneğine uygun çalışırlık sergilemesi, sanat üretebileceği kesinlemesini de getirecektir önümüze. Nitekim böylesi yazı evlerinde, yazı kolektiflerinde bir araya gelen, projenin yönlendirisi doğrultusunda, salt bunun gerekleri yönünde kalem oynatan profesyoneller, bir ölçüde kendilerini robotlaştırmış olmuyor mu?

Ama robotu yapan, yapay zekâyı üreten yine insan. ABD’de MIT Üniversitesince, hem de başlı başına bir “Yapay Zekâ Üniversitesi”nin kurulmuş olması, bu bağlamda olayın boyutunu ele vermesi, geleceğe değgin ipuçları içermesi açısından önem taşıyor. Kısa sürede başka gerçekliklerle karşılaşacağımız çok açık.

Sonuçta birer yapay zekâ konumuyla alınabilecek profesyonel yazarların, proje temelinde yaratıcı yazarlar olarak, ancak üretimdeki değerleriyle tutunacakları, rakiplerinden ancak bu yolla sıyrılacakları da ortada o zaman.

Demek ki proje yazarı, bir yapay zekâ tasarımına uyar yapısıyla önce kendi akranı konumundaki öteki yazarlarla yarışıp çatışacak, sonraki aşamada doğrudan yapay zekâyla rakip olacak anlamına geliyor olgu.

Ne diyordu Hawking; iş sonunda “üstün insan” kurmaya götürür insanlığı.

O halde bizim, “insan yazar”ın, manevi değerini henüz yitirmemiş beynine yönelmemizde sayılamayacak yarar var. Yazarın da bütün bilimcilerle sanatçılar gibi güven duygusunu pekiştirecek en büyük sermayesi beyni.

Gerçekten de yaratıcılık, bir beyin etkinliği olarak her geçen gün daha da önem kazanıyor. Ayrıca “yapay zekâ”, yaratan beynin yaratıcılıktaki sınır tanımazlığını da ortaya çıkardığından ilgi katlanarak artıyor. Hele sanatsal yaratıyla beyinsel işlevlerin, çeşitli varyasyonların, farklı ilişkilenişlere geçmesi, bu yöndeki içlidışlılığı, çok daha geniş ufuklara taşıyor.

Öyle bir evreye geldik ki, insanlık tarihinin “yapay zekâ”, “robot” döneminde yaşıyoruz artık, olgu öylesine apaçık. Şu haberi okuyalım şimdi:

“‘Edmond de Belamy’nin Portresi’ adı verilen ve yapay zekâ tarafından üretilen eser, Christie’s müzayede evince New York’ta açık artırmaya sunuldu. Karanlık ve esrarengiz bir ortamda beyaz yakalı, yüzü belirsiz bir adamın tasvir edildiği portre müzayedede 432 bin dolara satıldı. Tuval üzerine baskı olarak üretilen eser, Paris merkezli Fransız sanat topluluğu Obvious tarafından yapıldı. ‘Edmond de Belamy’nin Portresi’, 14. ve 20.yüzyıllar arasında yapılan 15 bin portrenin yer aldığı bir veri seti ve algoritma kullanılarak yapay zekâ tarafından üretildi.” (Cumhuriyet, 27.10.2018)

Yukarıdaki haberden hareketle “algoritma kullanılarak” yapay zekânın önüne eğer on beş bin öykü-romandan oluşan “bir veri seti” konulsaydı, bundan nasıl bir anlatı çıkarırdı acaba yapay zekâ sayın bay/bayan yazar?

Öte yandan beynin yapıp etmeleri üzerine insanoğlunun keşfi de sürüyor. Konuya dönük henüz eksiksiz bir vargı bütününe ulaşılamamış olsa da alınan yolun, küçümsenemeyecek düzeye eriştiği biliniyor.

Bu bağlamda bilimci Türker Kılıç’ın söylediklerine de uğrayalım: “Biz eskiden beyni yüz milyar nörondan oluşan ve vücudun homeostazını sağlayan bir organ olarak, 1400 gramlık biyolojik bir yapı olarak düşünüyorduk. Halbuki şu dönemdeki anlayışımıza göre artık beynin işlevi sadece vücudun fizyolojik dengesini sağlamak değil. Beyin, yeni bilim anlayışımızda artık zihin yaratan bir organ. İnsanın varoluş alanının öncelikle zihin varlığı içinde oluştuğu düşünülürse, bir bakış açısı ile ‘beyin yaşam yaratan bilgi işleme sistemi’dir.”

“Bu yeni kuramla beyin, yaşamın ‘dilini’ anlayıp, ona yaşantılar oluşturarak, seçimler yaparak yanıt veren, bilinci ve zihni oluşturan enformasyon işleme ve üretme organıdır. Bilgi beyinde elektro-kimyasal biyolojik ‘ırmaklar’ şeklinde oluşur ve ‘akar’. Bu enformasyon ırmakları, beyinde var olan 2 üzeri 100 milyar alternatif içeren matematiksel bir olasılıklar ağı içinde sürekli bir yeniden varoluş halindedir. Bu bilgi ağları bağlantısal birlik, bütünlük halindedir. Zihin yaratan connectome= nörozihin bu bağlantısal bütünlüğün adıdır.” (Herkese Bilim Teknoloji, sayı. 124, 10 Ağustos 2018)

Alana yönelik Türkçedeki yayınlarda da ciddi artış söz konusu. Özellikle beynin yaratıcı yanıyla yaratı eyleminin kendisi, yaratı olarak yapıt-buluş vb. arasında olası ilişkiler, hemen bütün kesimlerin ilgisini çekiyor.

Sanat söz konusu olduğunda, işe büyüsel dokunuş da karışıyor enikonu. Sözgelimi sanatsal yaratıcılıkla saralı, bipolar vb. kişilerin ilişkilenişi üzerine üretilen düşünceler yine bu bağlamda yoğun ilgi çekiyor.

Son olarak Oğuz Tanrıdağ’ın “Romanlar Yoluyla Beyni Öğrenmek” üst başlığı altında kaleme aldığı Edebiyatta Beyin Hareleri (Boyut, 2018) adlı kitap, bunlara eklenen, önemli bir çalışma olarak dikkati çekiyor bana göre.

Şu sıra Üsküdar Üniversitesi Nörobilim Anabilim Dalı Başkanlığını yürüten Oğuz Tanrıdağ, Schiller’den Herman Melville’e, Dostoyevski’den Marcel Proust’a, Umberto Eco’ya, Irıs Murdoch’tan Orhan Pamuk’a edebiyatçılarla tıpbilimcileri yapıtına birlikte konuk alıyor.

Göze çarpan salt başlıklar bile yapıtın değerini, önemini ortaya koymaya yetiyor. Tanrıdağ’ın yapıtı, doğrusu ya, farklı bir okuma serüveni sunuyor bizlere. Gerçekten de Oğuz Tanrıdağ, Edebiyatta Beyin Hareleri adlı yapıtıyla okurla yazarın önüne doyurucu bir okuma yolculuğu getirirken hemen herkese ufuk açılımı, algı genişliği kazandırmanın yolunu arıyor. Okur ve yazar olarak daha da varsıllaşıp alana dönük kanılarımızı pekiştiriyor böylelikle.

Tanrıdağ’ın, edebiyat alanına yakışır incelikle kurduğu yapıt, âdeta serüven romanı okunurcasına peşinden sürüklüyor insanı.

Kaldı ki beyni tanımak, yapıt aracılığıyla “farklı edebiyat örneklerinde karşımıza çıkan beyinle ilgili izlenimlerin, düşünce tarihi bütünlüğü içinde, nörobilimdeki karşılıklarıyla birlikte ele alın(an)” (s.13) yaklaşımla tanışmak, bunları tartarak değerlendirmeye girişmek nasıl heyecanlandırmaz insanı?

Zaten Tanrıdağ’ın Noam Chomsky’den alıntıladığı prolog da bu yaklaşımını ele veriyor onun: “Romanların bize insan hayatı ve kişiliği hakkında bilimsel psikolojiden her zaman daha fazla şey öğretmesi mümkündür, hatta fevkalade muhtemeldir.”

Gerek okur gerekse yazar olarak edebiyata ilgi duyanların, yazınsal bağlamda kendilerini taraf görenlerin mutlaka el altında bulundurmayı isteyecekleri bir yapıt bağlamında aldığımı söyleyeyim söz konusu çalışmayı.

Sonuçta okuru, yazarı zenginleştirici bir yapıt Edebiyatta Beyin Hareleri. Beyni geliştirmenin en önemli etkinliği de okuma kuşkusuz. Çünkü tinsel temelli insan-yazarın tek sermayesi, güvencesi beyni olduğuna göre, beyninde sürekli yeni patikalar arayıp bulmak, yapay zekâ karşısında illegal bu patikaları kullanmak zorunda.

Bu doğrultuda yine alanın bilimcilerinden Kâmil Karaali’nin önerisini dikkate almak zorunda o halde bir yazar:

“Sağlık açısından fiziksel egzersizin önemi anlatmakla bitirilemez. / Ancak beden sağlığının yanı sıra zihin sağlığı için de zihinsel faaliyetler son derece önemli. / Demans bulgularının ortaya çıkmasını engellemede önemli yollardan biri ‘bilişsel rezerv’in olabildiğince fazla tutulması. ‘Bilişsel rezerv’, kişinin hayatı boyunca öğrendiği tüm bilgilerin, öğrenme kapasitesinin, problem çözme, sorunlarla başa çıkma mekanizmalarının tümünü içeren bir terim. / Ancak sadece okumak bile eşsiz bir zihinsel egzersiz.” (Herkese Bilim Teknoloji Sayı.124, 10 Ağustos 2018)

Şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz gerekiyor. Özetle günümüz yazarı, kendisini hedefe götürecek yeni patikalar bulmak zorunda beyninde.