SAYFA YAZISI; ‘ÖYKÜDE PATLAMA’ NASIL YAŞANDI..

“ÖYKÜDE PATLAMA” NASIL YAŞANDI?

M.Sadık Aslankara
(18.01.2024 YAZISIDIR.)

Leyla Burcu Dündar, Edebiyat Sosyolojisi Açısından 90’larda Türk Öyküsü (Hece, 2016) adlı yapıtında “öyküde patlama” olgusuna yoğunlaşırken, veri tabanına yerleştireceği yazarların 1990-2005 arasında yayımlanmış öykü kitaplarını alıyor.

Bu dilimde yayımlanan kitapların 1913-1986 arasında doğmuş yüzlerce yazarından oluşan geniş adlar dizisini sayıca daraltma gereği duyan Leyla Burcu, 1965 sonrası doğumluları öne çekince öykücü sayısı 102’ye iniyor. Yine de grubun büyüklüğünü “en az iki kitap yayımlamış olmak” ölçütüyle geriletmeye girişiyor ya yazar sayısı 53’e düşüyor ama “incelenmesi gereken” 131 kitap sayısının yine de güçlük taşıyacağı öngöründen kalkarak devreye “üçüncü bir ölçüt” daha alıyor. 102 yazar arasından “en az üç öykü kitabı” yayımlayanları seçiyor. Ortaya çıkan 13 yazarla – 51 öykü kitabını araştırmacı yazar, bu kez gereğince “kuşatıcı” bulmadığı için ortadaki gruba yöneliyor yine; sonuçta araştırma, 53 yazarın 131 öykü kitabına kesinlik kazandırılarak netleştirilmiş oluyor.

Yoğun emekli, öykücülüğümüze derin katkısı olacağından asla kuşku duymadığım bu doyurucu çalışması için Leyla Burcu Dündar’a ne denli teşekkür etsek azdır. Öykü severlerin de öykü yazarlarının da bu önemli çalışmadan haberli olmaları gerekiyor.

Kendi payıma öykü kitapları yayını, yazarları, bunların sunuluşu, işlenişi, aralarında kurulan bağlar konusunda yazarın saptamalarına, vurgularına ekleyeceğim bir söz yok. Biliyoruz ki veri tabanına, dolayısıyla ele aldığı konuya egemen olabilmek için bunu daraltmak, verili koşullarda hangi açılardan değerlendirecekse buna göre yaklaşıp işinin gereğini yerini getirmek zorunda araştırmacı, bir bilimci olarak. Leyla Burcu Dündar da bunu yapıyor. Görece bir patlama olgusunu kabul ediyor ancak bunun, dışa yansımasının bizim yorumladığımız biçimde değil sayısal verilerin işaret ettiği dilimler için geçerli olabileceğini gösteriyor.

Benim bu yazıda değinmeye çalışacağım yan, anılan döneme değgin psikolojik oluntular, eşikler. Ben şimdilik işin daha çok bu yakasıyla ilgilendiğimi söylemeliyim. Psikolojik eşik derken, kendisini bu alanda konumlandırdığını düşünenlerle öykü çevresi yerleşiklerinin öyküde patlama yaşandığı duygusunu duyumsamasını, bunun yol açıp açığa çıkardığı etkimeyi kastediyorum.

Psikolojik eşik, derken kadın yazarlarımıza dönük patlamaya değinmiştik daha önce. Aynı şekilde Cumhuriyetten önce doğsa da Halide Edip (1882-1964), Güzide Sabri (1883-1946), Nezihe Muhittin (1889-1958), Muazzez Tahsin (1899-1984), Safiye Erol (1902-1964) Suat Derviş (1905-1972), Sâmiha Ayverdi (1905-1993), Peride Celal (1915-2013), Kerime Nadir (1917-1984) vb. Cumhuriyetin ilk kadın yazarları kuşağı bağlamında bir kadın yazar patlaması olabileceği de psikolojik eşik çerçevesinde öne sürülebilir pekâlâ.

İşte 1990-2005 arasında sabitlenmiş konumda öykücülüğümüz de etkinliğini sürdürürken bir farklı kabarma yaşandığı, bununsa enikonu bir psikolojik güven taşmasına yol açtığı somut görülebiliyor. Üstelik patlamanın Ankara’da başladığı, 1990 sonları, 2000 başlarındaysa öykü kitabı yayınıyla İstanbul’a sıçradığı gözleniyor. Bundan önce öykü dergileri yine İstanbul’da başlamış görünmekle birlikte adında “öykü” belirlemesi olmasa da, İzzet Kılıçlı’nın öncülüğünde Ankara’da yayımlanan Yazıt dergisinin Ankara’yla sınırlı kalmak bir yana Türk öykücülüğünde önemli bir damarı açığa çıkardığı, ötesinde öykücülüğümüze önemli bir ivme kazandırdığı söylenebilir.

 Gerçekten Yazıt öylesine önemli ki, adları bugün öykü sanatıyla anılan, öykünün önemli değerleri bağlamında nitelenebilecek yazarlarından Cemil Kavukçu, Hasan Ali Toptaş, Özcan Karabulut, Faruk Duman, Attilâ Şenkon, Kemal Gündüzalp, bu derginin kanatları altında gün yüzüne çıkmış, öyküde 1990’ların ilk gongunu vuran öykücüleri olmuştur denebilir. Bu arada Yazıt’ın öykü kitabı yayımladığını da anımsatayım.

Bunun hemen ardı sıra öykücülüğümüze katılan gençleri örgütleyici girişimi nedeniyle Ankara’da Nizamettin Uğur’la İzlek, İstanbul’da Murat Gülsoy’la Hayalet Gemi dergilerinin de anılması gerekiyor. 

İstanbul’da Semih Gümüş yönetiminde AdamÖykü, Özcan Karabulut-Adnan Özer yönetiminde Düşler Öyküler derken ardı sıra Fayton Öykü, Üçüncü Öyküler, öyküden bir bilet: gidiş dönüş sayılabilir. Derken Ankara’nın da farklı yayınlarla öykü dergiciliği kervanına katıldığı söylenebilir ayrıca.

Yine bu süreçte öykü dergileri henüz yayına geçmeden Özcan Karabulut’un 1994-95 yılları boyunca İnşaat Mühendisleri Odası lokalinde gerçekleştirdiği “Her Pazartesi” başlıklı “Edebiyat Konuşmaları”, söz konusu süreçte altı çizilmesi gereken önemli bir etkinlik. Özellikle Hüseyin Cöntürk’ün de katılımıyla gerçekleşen bu toplantılarda öykü elbette geniş yer tutuyordu. (“Her Pazartesi” Edebiyat Konuşmaları; Haz.: Özcan Karabulut, 1996)

Bu arada öykü özelinde yaptıkları dergicilik, yayıncılık anlamında geçmişten günümüze Yaşar Nabi Nayır’la Varlık’ın, Hüsamettin Bozok’la Yeditepe’nin, Salim Şengil’le SHD’nin (Seçilmiş Hikâyeler Dergisi)  yeri asla unutulmamalı. Hatta öykü yayıncılığına kazandırdıkları farklı soluktan ötürü 1970’lerdeki öncü tutumuyla Ahmet Tevfik Küflü’yü (Bilgi Yayınevi), 1990 sonrasındaki parlamada rolü bulunan Erdal Öz’ü (Can Yayınları) de unutmamalı. Kaldı ki 1990-2005 öykü kitabı yayını üzerinde durduğu bölümde Leyla Burcu Dündar, Can Yayınlarının yayında öne çıktığını sayısal verilerle gösteriyor zaten.

Bütün bunlar, 1997’de başlayacak Ankara Öykü Günleri’nin de temelini atan önemli adımlar. Yine bu süreçte yoğun düşünce üretimi eşliğinde sürecin Dünya Öykü Gününe evrildiği anımsanabilir. Öykücülerimiz eliyle kazanılan 14 Şubat Dünya Öykü Günü de 1990’lar patlamasının armağanı değil mi zaten?