LE – Sedef Kandemir

BİN ACIYA KİRACIYDI ‘LE’

Sedef Kandemir

2011 – İzmir

“Yoksa o kapının ardında mıyım hala ben,

soluk soluğa, kilitleyip de kendini,

kendinin kafesinde tüneyen, öyle…

Bin acıya kiracı…

Sadık Aslankara”

Kitap kapağı tasarımını oldukça sade bulduğum “LE” kitabı, Sadık Aslankara’nın özgün anlatımıyla daha ilk satırlarından itibaren okuru alıp, son sayfaya götürecek akıcılıkta yazılmış bir roman.

Dili akıcı olmasına rağmen yine de durmadan, düşünmeden anlatılan hikâyenin üzerinden hızla geçemiyorsunuz.

Romanda duygusal temponun yüksek oluşu, roman kahramanının yaşadıklarını değerlendirdiği anlarda sık tekrarlanan bazı sözcükler, durup düşünmenize neden oluyor.

Romanın etkisi son sayfayı bitirip, kapağını kapattığınızda da devam ediyor ki; bu benim adıma romanı başarılı bulmamda en büyük etkendi.

 

Roman; Hem herkesin herkesleştiği, hem de hiç kimsenin herkesleşmeyi kabul etmeyip ötekileştiği bir ahir zaman kentinde (S:12)” geçiyor.

Sinema eleştirmeni, entelektüel bir yazarın hikâyesinin anlatıldığı “LE” kitabında kadın karakterlerin yazarla olan ilişkileri zaman zaman oldukça cesur canlandırmalarla aktarılmış.

Gülerguvan’la (ya da Aysel) yaşadığı aşkın kurgulandığı romanın birinci bölümü “Gül”,  yazarın hayatına giren bir diğer kadın olan Perihan’la yaşadıklarının anlatıldığı ikinci bölüm “Le” ve üçüncü bölüm ise “Sin” başlığını taşıyor.

Kadınlarla uzun zamandır ilişkisi pekiyi olmayan, işiyle vakit geçiren, kabuğuna çekilmiş, entelektüel eleştirmenin adını roman boyunca öğrenemiyoruz. O da metropol kentin bir apartmanında yaşayan herkes gibi, kaçıncı katta oturduğu, ya da daire kapısı numarasıyla tanımlanan birisidir. “Ben bir numarayım” diye adlandırıyor kendini. İsimlerin öneminin kalmadığı kadar kalabalık, sokakların türlü tehlikelerle dolu olduğu bir kentte süren yalnızlığını ise “kendimi içeri atıp, sonra kilitleyip kafesime, sonra soyunmaya çalışıp korkularımdan, yalnızlıklarımdan yıkılmıştım koltuğa (S:12) diye anlatıyor.

 

Yalnızlığı, hayatına bir anda giren Gülerguvan isminde bir sinema aktristi ile bozulan yazar yine beklemediği kadar çarpıcı bir aşk macerasının içinde bulur kendisini.

Gizemlerle dolu olduğunu düşündüğü Gülerguvan’ın yaşam öyküsünde kendini,  kendi yaşam öyküsünün içinde de Gülerguvan’ı arayacaktır artık.

Ayrımcılığın her türünün yaşandığı, ata erkil sistemin hüküm sürdüğü bir toplumun biçimlendirdiği kadın tiplemeleridir Gülerguvan, Perihan, yazarın kız kardeşi Serpil ve Aysel Nene.

Birinci bölümde, lise çağlarında siyasi tutuklu olarak gözaltında çeşitli işkencelere, tecavüze maruz kalan, yaşamı süresince de polis takibinden kurtulamayan Gülerguvan’ın ve ikinci bölüm “LE” de emekli bir polis olan Perihan’ın cinselliklerini kullanarak yazarın erkek kimliğine olan yaklaşımları oldukça dikkat çekici. Her iki kadında “Sen ibne misin lan?” diyerek tahrik etme yöntemini kullanırlar.

Eleştirmen yazarın, onu şizofreni boyutuna yaklaştıran takıntılarını, bedensel rahatsızlıklarını, toplum içinde giderek silikleşen kimliğini, bu kimliği biçimlendiren nedenleri geçmiş yaşam öyküsünün içinde, küçük ipuçlarıyla aramasının yanı sıra, etnik ayrımcılığa, kentsel yozlaşmaya, cinslerin karşılıklı ezilmişliğine ustaca dokunan romana devam ederken şu satırları oldukça anlamlı buldum: “…Hepimiz için geçerliydi bu, çünkü hepimiz faşizm için kuruluyorduk. Ama ben kendimi, evimi açmaya çabalarken polis nasıl açacaktı kendini, normale nasıl döndürebilecekti? Sonra öteki kurumların çalışanları, ekseri, ,işçisi, memuru, esnafı, binbir çeşit insan kendi loncalarının kalıplarını kırarak nasıl açabileceklerdi kendilerini, sonra Kürtlerin, Çerkeslerin, Lazların, Ermenilerin, Rumların, şunların bunların insanları, onlar kendi faşist loncalarını kırıp da kendilerini, evlerini, masalarını nasıl dışa açacaklardı? (S:123)

Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi romanın bütününde hayatı kavrayan, insanları mutsuz eden ayrımcılığa oldukça güçlü bir biçimde dikkat çekilmiş. Özellikle de kadının ve çocuğun ezilmişliği çok iyi işlenmiş.

Roman kahramanının cinsel yaşamından bazı kesitlerin, sinema görselliğinde denebilecek bir başarıyla anlatılmasından kimi okurun rahatsız olduğunu, hatta Aslankara’nın bizzat kendi fantezileri mi? Gibi, garip soruların sorulduğu bir toplantıya katıldıktan sonra “LE” kitabını okumaya karar verdiğimi söylemeden geçemeyeceğim. Ben, kendi adıma roman kahramanının çişini yaptığını söylediğinde olduğu gibi, hayatın bir gerçeği olarak yaşanan cinsel deneyimin anlatmasından da rahatsız olmadım. Aslankara’nın yazıya kattığı şiirselliğin boyutu rahatsız olmanıza zaten imkân bırakmıyor. Özellikle kadın okurların,  kendilerine giydirilen toplumsal değerleri sorgulayabilecekleri bir kurgunun işlendiği, iyi bir roman okuyacaklarını düşünüyorum “LE” kitabında.

 

Romanı okuyup bitirdiğimde, roman kahramanının ‘Aydın’ kimliğini düşünmeden edemedim ve “Aydın olma” niteliği hakkında okuduğum bir yazı aklıma geldi. Yazıda:

“”düşünce namusu ve dürüstlüğü” aydın olma niteliğinin ilk belirleyici unsurudur.”  diye yazıyordu.

Devamında şu sözler vardı:

Dogmatik (koşullanmış) duygulardan kurtulmuş ya da kalıtsal olarak bu yapıda olmayan, kendisi uygulasa da uygulamasa da yeniliklere açık olan, bir sorunun nedenini araştıran, bilgi toplayan, öğrendiklerini çevresindekilere yaymaya çalışan ve onlarla paylaşan, düşüncelerini özgürce savunan, baskıcı ve çıkarcı idari sistemlere karşı uygarca ve cesurca karşı koyabilen, toplumun çıkarı için kendi çıkarlarından ödün verebilen, edindiği bilgiler ile doğru varsayımlar kurabilen ve yargıya ulaşan, yeni bilgilerin ışığı altında kazanmış olduğu eski ya da yanlış düşünce ve tavrını değiştirebilen, başka insanların yanılgılarına da hoşgörülü olabilen, … Kişi aydın olarak nitelendirilebilir.(Pr. Dr. Ali Demirsoy)

 

Bu nitelendirmenin ışığında, “LE” romanının bir yerinde geçen, yazarın şu sözlerini daha iyi duyumsadığımı düşünüyorum:

“…Yürüyorum, ormanlar… Bütün kadınlar düşürülüyor, ben ayakta durmak istiyorum! Hey ormanlar, haydi yürüyüşe…

…Ormandan dışarı adım atma sakın, yat sedir ağacının altına, sesini çıkarma! Bak, kol geziyor, görecek-sin.

İlkin dişilerin işini bitirecekler, sonra sıra sana gelecek…

Bütün babalar, ağabeyler, kocalar, bütün erkekler birbirinden el alıp birbirine el vererek sinerek, sindirerek, sinleşerek…

Geliyorlar… (S:193)”

Böylesine ‘Aydın’ bir heyecanla yazılmış, M. Sadık Aslankara’nın edebiyat dünyasına kazandırdığı eser “LE” Romanı okuduğum iyi kitapların arasında böylece yerini almış oldu.

 

Roman: LE

Yazan: M.Sadık Aslankara

Yayınevi: Can Yayınları / Roman Dizisi

Basım Tarihi: Temmuz 2010

 


Safkan Antifaşist; 19.8.2011