ÖYKÜ: İclâl Nur; ONDANCI

Ondancı – M. Sadık ASLANKARA

İclâl Nur

M.Sadık Aslankara’nın en son kitabıdır Ondancı.  Yazar durmadan üretir, bıkıp usanmaz. Öykü kitapları,  romanları, tiyatro için yazdıkları, belgeselleri… Her kitabı peşinden gelen nesle öğretici yaşam kılavuzudur onun.  Ondancı, sadeliğiyle göz kamaştıran bir eserdir. Hem bu kadar sade olup hem bu kadar derinlikli olması ustalıktandır.  Bir anne bir oğuldur anlatılan. Çalışıp didinen emekçi kadının ve yürüyemeyen oğulun dramıdır.

Annem hiç durmadan akıl taşıyor eve. Kim verir bu akılları?  Yaralı parmağa işeyenler mi? Bir küçük delikanlı soruyor bunları, bu oğlan her gün pencere önüne ıhıyor ve hayatını görebildikleriyle renklendiriyor sadece.  Üstelik yürümeyen ayakları yüzünden annesinin yaşamına ulanmış bir asalak gibi hissediyor kendini.

Kimi ayaklarını bir aşı yüzünden kaybeder, kimi hain bir terör saldırısıyla…   Akıl küpü kahraman daha on dört yaşında, annesinin dediği gibi pencere önü hikâyeleri topluyor.  İlkokul biteli yıllar olmuş. Anne çalışmasa olmaz. Her gün yeni bir ablanın evini temizliyor. Baba hiç yokmuş, hiç olmamış sanki. Bir başlarına didinen iki insan.

İnsanın sırtını dayayacağı bir dağ olmasın Polis Necati, olmasın! Ah babası askerden dönseymiş, bir dönseymiş. Hele annesinin gözü parlamaz mı Polis Necati’nin adı geçince, gel de dayan.  Bıdır bıdır konuşuyorlar  bazen ve annenin öyle günlerde eski kokusu gidiyor yerine farklı bir koku gelip yapışıveriyor.  Sası mı desem, ekşimsi, tuzlumsu mu desem, lapa gibi sevimsiz mi desem yoksa küle gömülmüş patates gibi çekici mi…

Anne işe gitmeden onu kucakladığı gibi cam önüne götürür.  Yiyeceği, içeceği, kitabı, lazımlığı her şeyi yakınında…  Peki bu pencere önü, yaz aylarında onun hayatını nasıl kurtarıyor?   Öyle çok nedeni var ki kahramanın, iç acır okundukça.  Serçe gibi hür olmak ne demektir küçücük bir cam kenarında… Ya kış?

Her şey on iki öykünün tamamında sinemadaymışız gibi canlanır… Örneğin dışarıdaki muz ağacı, rüzgârda eğilip büküldüğünde, toprağa kök salmış çocuğa neler anlatmaz. Perdeye yansıyan masalcı ağacın kökünü ya fareler yerse… Sıkıntı mı, öfke mi,  isyan mı yaşanır, gönül dışarıda dizi çekenlerin dibindeyken.  Hayata dokunamayanların avuntusu, hayatın peşine takılmış hayallermiş, tabii öykülerini taşıyan kuşların dostluğunu da unutmamak gerekirmiş çünkü gün onlarla başlarmış her sabah. Kuşlar gidince ne olacak, üşüyünce insan ne yapacak… Ah Yasin, bir yürütgeçli arabası olsa da götürse onu dizi çekimlerine…

Anne bu kez de eve, ak tel sakallı Anlaşıldı Teyzenin aklını getirmiş. Çocuğa kedi, köpek al avunsun,  demesi kolay tabii.

Pencereden baktım, kar serpiştirmeye başlamıştı, hüznüme tüy diker gibi… Gece kar ışıltısı yoğunlaşırken döndü eve, Bak diye seslendi daha kapıdayken, madem kış geldi, sana çok sevdiğin bir şey aldım. Heyecanla daldı içeri, bir market torbası bırakırken sevinçle şakıdı: Sürpriz!  Uzandım torbaya; iki küçük kavanoz, tahinle pekmez, Karagöz ile Hacivat gibi…

Kitap baştan ayağa hüznü anlatırken, genç kahraman umutsuz olmamayı başarıyor.  Sakatlığını bir gün bir buluş yaparsa yenecek belki de. Her gün durumunu gözden geçirip çözüm üretmeye çalışıyor. Bolca defter kitap sahibi olmak da, bilgisayar internet de nimet ama yetiyor mu olduğu yerde büyüyen kahramana, bilinmez.

Sadako için kağıttan bin turna kuşunu tamamlayacak, kararlı. Bir de kâğıttan bin bir surat baba ordusu yapmaya. Bıyıklı, kel, kambur, kör, topal… Hiçbiri yürüyemesin istiyor babaların, hiç biri!  Ama Berkin başka, ona da bin turna kuşu yapacak kâğıttan,  yeter ki ölmesin elinde ekmeğiyle…

Bir roman gibi okunan öykü kitabında yazar; büyüdükçe aklı kendini aşan çocuğun başkaldırısını gösterir bize.  Her gün onun bunun evine temizliğe giden annenin çırpınışının farkındadır çocuk. Mendili anneme açtırıp, sadaka verircesine üzerine aklınızı atıyorsunuz. Sadaka akıl. Peki siz hiç mendil açtınız mı, pencere önü konsoluna dönüşmüş bir çocuğa bakarak? Ondan dinlediniz mi dramın ne olduğunu, nasıl yapıldığını?

Bilmem ne ablanın yardımıyla bir günlük havuz sefası yapınca haykırmak istiyor oğul. Yüzdüğünü, kimsenin yardımı olmadan hem de… Eve dönüp pencere önündeki çekek yerine çökertildiğinde ise hâlâ sarhoş. Her gün yüzmek istiyor. Özgürlüğün tadı herkesle yaşanırken çıkıyormuş asıl, öyleymiş. Öteki değil de onlardan biri gibiykenmiş asıl özgürlük.

Kimi öykü baştan sona sevinçle yıkanır. Okuldan tek arkadaşı Kürt Mustafa’ya yıllar sonra kavuşur. Ayağa kalktım sandım, diyecek kadar sevinir oğul.  Biri ayaksız, biri kendini insandan saymaz. Düşerler yola… Bir o, ayaklarını yitirdi ben yürüdüm, bir o Türk oldu ben Kürt…

Sıkça ev taşır ana oğul. Ölemedikleri için yaşayanları tanırlar. Elsiz ayaksız özgür olunmayacağını… Anne sarılır kucaklar, ağladığı enseye damlayıp yuvarlanan ılıcık yosunlu yoldan bilinir.

Anne çalışkan ve yaratıcı. Evde her akşam bir oyun kuruyor mutlaka… Bazen bir cibinlik yeni bir sahnenin kapısını aralıyor; günler boyu bir Ondancı olunuyor, bir Bundancı, bir de bakıyoruz Sondancı.

Basitçe anlatılmış gibi görünen on iki öykü, sadeliğin resmidir. Derinliği katmanlıdır. Sıcacık yosunlu bir yol açar içimizde,  pencere önünde oğulla yaş alırken buluruz kendimizi. Ustalık ve bakış açısının genişliği büyüler okuyanı.

Ustaya saygıyla…

 

Aslankara, Sadık, Ondancı, Öykü, Can Yayınları, 2019

(Yukarıdaki yazı, www.kitapeki.com sitesinden alınmış, yazarının ve sitenin hoşgörüsüne sığınılarak aktarılmıştır.)