ÖYKÜ; İlkay Noylan; M. Sadık Aslankara Öykülerinde “Çocuk” İmgesine Bakış

Sadık Aslankara Öykülerinde “Çocuk” İmgesine Bakış
İlkay Noylan

Çocukluk, benliğimizi besleyen, bizi şekillendiren o engin kaynak… Bitimsiz kuyu, hazineler dolu. Öyle bir dönem, bazen ağılı, bazen buğulu. Çocukluk, dönüp dönüp hatırladığımız, belki de bastırdığımız, hareketlerimizin referans noktası, anılar belleğimizin kimi zaman canlı kimi zaman puslu hatırlatıcısı. Yetişkin bedenimiz ve yetişkin ruhumuza ulaşmamız için geçmemiz gereken o renkli dönem, çocukluk.

Çocukluk bal börek, zehir zemberek…

Sadık Aslankara’nın Uykusu Sakız* ve Cicoz** adlı öykü kitaplarında, Yalancı Öyküler***seçkisinde yer alan “Erkek Yalan” adlı öyküsünde “çocuk imgesi” nasıl işlenmiştir, kimlere yakındır, kimlere uzaktır, hangi nesnelerle, eylemlerle ilişkilendirilmiştir, çocuklar nelere tanıktır; çocuk gözünden hangi olgulara çeviririz bakışımızı, gelin bir bakalım.

Uykusu Sakız’ın arka kapak yazısında değinildiği üzere; “öykülerin çoğunun kahramanı küçük bir erkek çocuğu. Olaylar bir çocuğun gözünden, çocuk duyarlılığı ve içtenliğiyle, son derece yerinde kullanılan ayrıntılarla verilmiş.” Nitekim kitabın ilk çocuğuyla kapakta karşılaşıyoruz. Jan Saudek imzalı siyah beyaz bir resim. Küçük bir oğlan, karnına çektiği dizlerine çenesini dayamış, yatağının içinde oturuyor. Araladığı tülün ardından bakıyor. Dingin bir oturuş mu bu, surat mı asmış, küskün mü, giden birilerinin hasretini mi sürüyor gözleri; çocuğu profilden gördüğümüz için çok anlaşılamıyor. Önerim, kitabı okuduktan sonra resme daha bir dikkatle bakılması. Öykülerle tanışıklıktan sonra resimdeki oğlan çocuğu dile gelecektir. Cicoz’un kapak resmi Milos Luzanin’e ait. Çocukların elinin mutlaka değdiği mazı, gülle, misket, bilye, cicoz, ceviz artık adına ne derseniz, çocuk oyunlarının önemli bir aracı; tiyatroda sahne almış oyuncular gibi dizilmişler kapaktaki çerçevenin içine. Yine arka kapakta değinildiği üzere öykülerin anlatıcısı, bir taşra tiyatrocusunun küçük oğlu.

Gerçek hayatta büyükler çocukların elinden tutup yönlendirir. Uykusu Sakız’da çocuk anlatıcılar okuru yıllar öncesine götürmekle kalmıyor, satır aralarında usul usul dolaştırarak minicik bakışlarını değdirdikleri görüntüler üzerinde okurun düşünüp kendi yorumunu yapmasını, metnin yazarın üretiminden çıkıp, okurun üretimine girmesini sağlıyorlar. Karakter, aktarıcı, sesletici olmanın dışında bir görev tanımlanmış çocuklara; bu da tanıklık etme durumudur. İnsan ve aile ilişkilerine, kültüre, yaşayışa, normlara, dönemin siyasi olaylarına tanıklık. Çocuk için az yük mü?

Örtük olan metinleri okurun açabilmesini sağlayan sezdirimsel anlamın dozunda verildiğini görürüz. Tendeki terin, kumaşların sürtünüp hışırdamasının, soluk alış verişlerdeki hızlanmanın, tuhaf sesler çıkarmanın, giysisiz olmanın ne anlama geldiğini yetişkin olarak verili bilgilerimiz bize açık eder. Çocuk gözüyleyse ‘karanlık oda oyunu’ yahut ‘öcücülük’ gerçekten oyundur. Zira çocuk zihninde bu verileri bütünleştirip eylemi anlamlandıracak zeminde artalan bilgisi oluşmamıştır henüz.

Kitabın katmanlarından birincisi çocukluk ise, diğeri yetişkinliktir. Estetik öge olarak öykülerde çoksesliliği sağlayan iki anlatıcı vardır. Çocuk anlatıcının yetişkin hali ile yetişkin anlatıcının çocuk hali. İkisi arasındaki naif geçişler okura, zamanda kolaylıkla hareket etme, öykülerin katmanlarında gezinme olanağı sağlar.

“Kirlenmek” yetişkin dünyasında zoraki cinsel ilişkiye, istismara karşılık gelirken; somut dönemdeki, mecazlardan uzak çocuk zihninde çamur sıçratmaya, mürekkep damlatmaya karşılık gelir. Çocuğun maruz kaldığı taciz, tecavüz, ensest yoktur öykülerde. “Uçurtmalar Ağlar” (U.S/s.117) adlı öyküyü kısmen dışarıda bırakmalı bu hususta. Kimi öykülerde erkek çocuklar ile ailenin kadınları arasında gevşek dokulu, okuru muallakta bırakan çakaralmaz ilişkiler vardır. Öykü biter kuşku sürer, enseste uzanan bir kolu var mı öykünün, diye. Yoktur. M. Sadık Aslankara evreninde ölümle de yan yana gelmez çocuklar. Yazar, öykülerde çocuk kavramıyla ilgili algımızı bozmaz. Çocuğa dair alegorik bir anlatım söz konusu değildir. Yalın çocuk gerçekliği gözümüzün önüne serilir tüm çıplaklığıyla. M. Sadık Aslankara’nın çocukları, satır aralarına sıkıştırılmış suni çocuklar değildir. Duygularıyla, eylemleriyle tam olarak dünyalarını yansıtırlar. Kendilerinden farklı, variyetli arkadaşlarını kıskanırlar. Özenirler, hırslanırlar. Küfür ederler. Çekinirler, meraklanırlar. Annelerinin onaylamadığı davranışları yaparlar. Gizlice odalara girerler. Dayak yerler. Teyzeleriyle didişirler. Düdük öttürürler. Yorulurlar, acıkırlar, uyuyakalırlar. Severler. Karşı cinsin bedenini merak ederler. Babayla suç ortaklığı yaparlar.

Gerçek hayatta erkek çocuğun kişilik gelişiminde ve cinsel kimliğinin oluşmasında baba önemli bir rol modeldir. Öykülerde varla yok arası, sinik, silik, mesafeli babalara karşılık anaerkil yapıdadır aileler. Belki de babanın fonksiyonsuzluğunu kapatmak için çocuğun cinsel izlenimlerini ve gelişimini bunca köpürtür ailenin kadınları. Çocuk masumiyeti ve cinsellikle ilgili ilk izlenimlerin oluşumunu okuruz. Kadın göğsü ki bu anne, teyze, yenge, anneanne, cicianne şeklinde çeşitlenir; kimi öykülerde çocuğa güven duygusu yaşatırken kimi öykülerde annelik, şefkat anlamlarına gelir. Göğüs, çocuk için doyuran olduğu kadar ilk cinsel çağrışımlara da nesne olur.

“Anneminkiler neden küçük?”

“Neden olacak, emip kuruttun da ondan!”(U.S./s.50)

Çocuklar cinsel çağrışımları bir oyunmuş gibi sevinçle, kahkahalarla kabullenir:

“Beni o koca memeleriyle bacaklarının arasındaki koltuğa yerleştirip fısıl fısıl anlatıyor kulağıma. Kıkırdayıp da göbeğini hop hop ettirdi mi, hüpletip beni de güldürüyor anneannem. Nasıl hoşlanıyorum o kıkırdayınca; tasta lıkırdayan suyum, çalkalanıp sağa sola fırlatıyorum kendimi.” (U.S./s.37)

Yengenin (annesiyle aralarında ne tür bir düşmanlık olursa olsun) kendisini şefkatle yıkayışını anlatır “Sesler Gölgeler” öyküsünde çocuk: “Annem gibi acıtmıyor, gözlerimi yakmıyor hiç. Islanan beyaz iç fanilasının altından kendini belli eden, yer yer yassılıp yuvarlanan, yer yer dimdik yankılanan göğüslerini kafamda gezdire gezdire cılız bedenimi yıkıyor. Ama yalnız yıkamıyor, konuşuyor da benimle.” (U.S./s.40)

Sadık Aslankara kadın-erkek, yetişkin-çocuk, geçmiş-şimdi bağlamında ikiliği (dualite) karşıtlık üzerinden değil, birbirini besler, destekler yapıda kurmuştur. Bilhassa yetişkin ile çocuk arasındaki ilişki, öykülerde çoğunca olumludur. Çocuk, göz ardı edilip baştan savılan, kötü muamele gören değil, korunup kollanan, üzerine titrenen, nazlatılan, istekleri yerine getirilen, değer verilen, sevilendir. Kıymetlidir. Aile bütünlüğü olmayan yahut parçalanmış ailelerde yaşayan çocuklar için de kısmen geçerlidir bu durum.

“ ‘Kimselere vermem onu! O benim her şeyim!’ Dönüp göz kırpıyor ona. Nasıl uçuyor Sami…” (U.S./s.105)

“Evden her çıkışında, gözünün içine bakıyorum. Beni de alır mı? Dayanamayıp peşine taktığında; bardak dolusu fıstığı, parkta çolak gazozcuyla değiş tokuş yapıp sevindiriyor beni. Gazozu tepeme dikerken, ışıltılı gözlerini kısıp beni seyrediyor.” (U.S./s.35)

“Şimdiye dek susmuş ama bu başkaymış, artık uyarması gerekiyormuş beni, görev sayarmış bunu: ‘Çocuklar, onları nasıl düşünmezsin şekerim?’ ”(C/s.24)

“Kızım bana bakıyor, ben ona. ‘Hırk’ yapıp sessizce gülüşüyoruz birer suç ortağı halinde.” (Y.Ö./s.53)

Çocukların ilişkilendirildiği nesneler tam da çocuk dünyasıyla birebir örtüşür niteliktedir: Uçurtma, kurabiye, gazoz, öttürük, dönme dolap, oyuncak yapılan nikâh şekeri kutuları, masal kitapları, şekerlemeler, pestiller, kuruyemişler, meyveler, oyuncaklar, Karagöz ile Hacivat, takma bıyık sakal, fotoğraf albümleri, sapan; uçarı dayı tarafından yeğenlere vadedilmiş balonlar, kuşlar, horozşekerler, pamuk şekerler, kâğıthelvalar.

Çocukların ilişkilendirildiği eylemler ise şöyle sıralanabilir: Drama yapma, omuzlara oturtulup hayvanat bahçesini gezme, kucakta uyuyakalma, trencilik oynama, tiyatroya gönül indiriş, provalar, kan kardeşi olma, traktöre kaçak binme, kütüphaneye gitme, yılsonunda okul müsamerelerinin hazırlanışı, çocuk bedenlerinin ilk cinsel uyanışları, okuldan bilardo salonuna kaçış, gelinteli karşılığında komşu kızını dudaktan öpmeler, babayla buluşup yemek yeme, arkadaşını koruyup kollama, kuş avı.

Eve gelişlerinden babanın haberdar olmadığı neşeli, sevecen, gizemli, heyecanlı, hayran olunan dayının; çocuklar üzerindeki etkisi büyüktür. Ondan âdeta büyülenirler, şakır gibi konuşan dayının ağzının içine bakarlar. Derbeder dayının birkaç saatliğine evlerine uğradığı günlerin gecelerinde anne, serdiği yer yatağında çocuklarını iki yanına alır.

“Kardeşim de ben de memelerine uzanıyoruz yorganın altından. Hoşuna gidiyor, gülüveriyor.”

“Yumuşak, etli kolları, koltuk altının kaynamış süte çalan kokusu hoşuma gidiyor. Yüzümü memesiyle koltuk altı arasına gömüyorum.” (U.S./s.78)

Kız kardeş uyuyakalmıştır. Altı ay sonra okula başlayacak oğlan çocuğu anneye yakınlaşmanın, babanın katiyen bilmemesi gereken bir gizi anneyle paylaşmanın verdiği hazzı yaşar. Annenin yataktan çıktığı anda beklenen soru gelir: “Babama mı gidiyor?” (U.S/s.80) Dayının tam tersi özelliklere sahip baba, kendisine yönelik olumsuz bir ifade kullanılarak anlatılmasa bile öyküde estirdiği soğuk havadan, çocuklarla mesafesinden, çocuğun anneyi paylaşmak zorunda kaldığı ‘öteki’ konumuna oturtuluverir. Bu minvalde küçük oğlan çocuğunda Oedipus kompleksinin izini sürebiliriz belki. “Özlenenler Düşler” adlı öyküde de aynı adım izini takip etmek için veri önümüzdedir:

“Sami. Beş altı yaşlarında bir çocuk daha. Büyük Hanım’sa, görüp göreceği en güzel kadın, yirmilerini süren bir öğretmen.” “Sami, âşık Büyük Hanım’a. … Evet âşık ona, evlenecek onunla. Evlenecek ya, nişanlısından koparamıyor bir türlü Sara’yı.” (U.S./s.102)

“Akşam” adlı öyküde Oedipus kompleksine uzanan adımlarımızı sıklaştırabiliriz:

“Deliler gibi kıskanırım annemi. Bir görünüp bir kaybolan, yokluğunda annemin bol bulamaç bana kaldığı, görünür görünmez de annemi elimden alan babamdan nefret ederim.” (C./s.109-110)

Öykülerde çocukların yetişkinlere bakış açısı kabullenicidir. Yargılayıcı değillerdir. “Beklenenler Yüzler” öyküsünde bile yargılama değil, serzeniş, yazıklanma vardır:

“Sana huzur dilemeye geldim anne, öte dünyada olsun huzur dilemeye.” (U.S./s.100)

Çocuk sahibi olmak, gövermek, dal budak vermek, yalnızlığa mukavemet etmek, kendine dayanak bulmak demektir biraz da M. Sadık Aslankara’nın öykü dilinde:

“İnsanın ana babasız, derken kardeşsiz kalması ne demek, hele kendisi de bir dal olsun vermemişse.” (C./s.24)

Cicoz’da çocukların, Uykusu Sakız’daki çocuk karakterlere göre yaşça daha büyük olduklarını görürüz. Yaşın büyümesiyle birlikte baba-oğul çatışmaları yoğunlaşmıştır. Kitabın ağırlık merkezi, çocuktan tiyatroya doğru kaymıştır. Alkolün de etkisiyle baba oğluna seslenir:

“Okuyup da bir halt olacak sanki. … Başımıza tiyatrocu kesildi bir de. Okulunun da, tiyatrosunun da…” (C./s.93)

Türk siyasetinin çalkantılı dönemleri. Çocuklar, gençler ideolojik yapılanmalardan korunmak, uzak tutulmak isteniyor. Başta komünizm olmak üzere kuyruğuna bir -izm takmış her türlü ideoloji, öcü!

“Dinledi dinledi, ‘Dikkat et Hakkı,’ dedi sonunda ‘Bu adam komünist olabilir.’ ” (C./s.16) “… Amerikalıların nasıl birer iyilik meleği olduğunu, komünizmin tu Allah belasını versin bellediğimiz filmi…” (U.S./s.91) “Komünistmişler, hükümetin azılı düşmanı, Bayar’la Menderes’e suikast hazırlığındaymışlar…” (U.S./s.98) “Üniversiteyi kazanıp da Türkiye İşçi Partisi’ne girdiğim gün, analık haklarının tümünü haram ettin bana! Babamsa evden kovdu.” (U.S./s.98) “Solcu, sosyalist olmasın sakın, olmasın ya sağcı da olmasın aman; hele hele faşist, şeriatçı, Allah saklasın!” (U.S./s.142)

1950’lerden 80’lere uzanan yelpazede ülkede yaşanan krizlere, 6-7 Eylül olaylarına, 27 Mayıs 1960 İhtilaline değinir çocuk tanıklığı. Küçük ipuçlarıyla hafızalarımızı yoklar.

Çocuklar kimi öykülerde edilgense de çoğunluk etkendirler. Çocuğun şekillenmesinde, hedefini, hayatının amacını belirlemesinde, özgüven geliştirmesinde, sosyalleşmesinde eğitimciye büyük rol biçilir. Selim Bey, Zehranım, Büyük Hanım, Abdullah Hilmi Bey…

“Bir öğretmenimiz vardı, Zeki Bey, Zeki Ülkü, başöğretmen gibi adam, ilkokulda müsamereye çıkarırdı bizi, Halkeviyle tanıştıran da o oldu, sıraya kor, temsillere götürürdü.” “Bu Zeki Bey tuhaf adamdı, derslerde keman çalardı, Karagöz Hacivat oynatırdı, şiirler ezberletip okuturdu, taklit yaptırırdı, masal anlattırır bir de oynatırdı. Ali Babayla Kırk Haramileri çok oynardık.” (C./s.102)

Bitirirken, M. Sadık Aslankara’nın kimi çocuk betimlemeleri tadımlık kalsın dilimizde:

“Arkadan bakıldığında, yanlardan birer de kulp takılmış üç numara tıraşlı koca kazanlarımız perdeye çevriliyor.” (U.S./s.131)

“Birden kapı açılıyor, Zehranım giriyor içeriye. İki yanağım da bebek yumruğu ayağa kalkıyorum, koşup eline yapışıyorum. Öpüyor yanaklarımdaki tokmaklardan.” (U.S./s.93)

“Açılmış torba ağzım. Uzanan parmakları, bir şeyler yiyorum, sevinç içinde.” (U.S./s.15)

* Aslankara, M. Sadık, Uykusu Sakız, Can Yayınları, İstanbul (2001, 1. Basım)

** Aslankara, M. Sadık, Cicoz, Can Yayınları, İstanbul (2008)

*** Aslankara, M. Sadık, Yalancı Öyküler, Can Yayınları, İstanbul (2007)