ÖYKÜ KÜRSÜSÜ; M.S.Aslankara; Dilek Üstündağ Öyküsü Üzerine

Dilek Üstündağ Öyküsü Üzerine
M.Sadık Aslankara

“Öykü Kürsüsü”nü, “platform” bağlamında aldığımı yazmıştım. Seçip ayırmadan yer açmaya çalışıyorum öykülere. Öyküsünü ilk kez yayımlayan adayın verimi de bunları çoğaltıp dosyalaştırmış, ilk kitaplarını yayımlamış yazarların öyküleri de herhangi ayrıma uğramadan yer buluyor kendisine.

Amaç, öyküsel çokseslilik gereği yazarların birer “öykü aynası” edinmesini sağlamak. Bilmiyorum yazarlar, kendileri için birer ayna oluşturabildi, kendi verimleriyle yüzleşebildi mi?

Dilek Üstündağ ilk öykü kitabını yayımlamış bir yazar: Son Bakış. Bu arada bizimle paylaştığı öyküsünü de okudunuz: “Sanal ve Gerçek”. Adı üzerinde sanalla gerçeğin girişmesi temelinde bir evren üzerine kuruyor öyküsünü yazar.

Önceki çağlara göre insanoğlunun yaşamına daha sonra girmiş ne denli yenilik varsa, sanat buna ânında yer açabiliyor. Sözgelimi elli yıl önce böyle bir öykü belki ancak bir distopya olabilirdi, elli yıl sonra okunduğunda büyük olasılıkla geçmişte yaşanmış “tuhaf” bir olay olarak alınacaktır sanıyorum. Zaten zaman öylesine hızlı akıyor ki bu yöndeki kurgular da eskidi epeydir.

Geçmişten günümüze yazarlar kim bilir ne çok konuyu okur önüne taşıdı yapıtlarında. Yine de bin bir çeşit konuya, şatafata karşın izlek yelpazesine bağlı ele alındığında bunlar, sayıca değilse de sınırca öyle genişlemiş görünmüyor yine de. Erdemlerin de neredeyse hep donmuşluk içinde kalışına benzer biçimde.

Dilek’in anlatısına geçersek, evet konu yeni, daha doğrusu eskimeye yüz tutmuş bir yeni su. Ama öykü bildik izlekle karşılıyor bizi. İnsanın farklı olana karşı duyduğu ilgiyi, özlemi, arayışını, bunu yaşamak için çabalayışı.

Anlatıcı erkek, bir süredir kurduğu hayalin kışkırtısıyla coşku, heyecan yaşadığı, aralarındaki yazışmadan kalkarak somut beden yüklediği, bilinmeyen kadınla görüşmeyi, buluşmayı düşlerken büyük düş kırıklığı yaşıyor. Tepkisi, yaşadıklarını sıraya koyup anlatmaktan ibaret, sesinin, soluğunun çıkmayışı, evet bir şeyler duyuruyor, ne ki şaşırtmacalı sona götürmüyor bizi.

Dikkate alınması gereken, öykünün gereksindiği her neyse bunların eksiksiz yerine getirilip getirilmediği, anlatıcının okurda düş kırıklığını kurup kuramadığı.

Okurun olguyu yeniden kurmasına fırsat tanınmıyor bir türlü, gazetede haber okunur gibi bir aktarıyla yetiniliyor. Bu yüzden içeriden bakışla katılamıyor okur.

“Sanal ve Gerçek”, böylesi eğik düzlemde gidip gelen, salınan yapı taşıyor.