ÖYKÜ KÜRSÜSÜ; M.S.Aslankara; Sevil Günay Varol Öyküsü Üzerine

SEVİL GÜNAY VAROL ÖYKÜSÜ ÜZERİNE

M.Sadık Aslankara

Sevil Günay Varol, iki öyküsünü ulaştırdı siteye: “Kemancı”, “Dantel Öykü”.

Öyküler, Sevil’in bu alandaki deneyiminin, öykülemede gösterdiği gelişim, teknik ve kazanımların ipuçlarıyla bezeli. “Kemancı” da iyi yapılandırılmış bir öykü, ancak öykü kişisinin yer yer çizgisellik yansıtmasından ötürü kendi payıma “Dantel Öykü”yü alma gereği duydum diyebilirim “Öykü Kürsüsü”ne.

“Dantel Öykü”de yazar, gerçektenlik duygusunu “Kemancı”yla karşılaştırılamayacak ölçüde yükseltip alabildiğine yayıyor.

Peki nasıl sağlıyor bunu?

Öyküde anneyi anlatmak için yola çıkıyor aslında Sevil, ama onu doğrudan anlatmaya dönük hiçbir açılıma aracılık yapmıyor. Anneye, kendisini anlattırmadan ya da yazar olarak elöyküsel anlatımla onu tanıtmaya girişmeden salt uzaktan uzağa silik görüntü eşliğinde, bir çocuğun bakışıyla anneyi bir görünür bir kaybolur kılarak işin içinden çıkmayı başarıyor.

Zaten Eda’nın bakışıyla kurulan öykü, dolayımlı anlatımla sürüyor baştan sona. Eda, ablasından kalkıp annesiyle anneannesine uzanan yelpazede, gençlikten ileri yaşa üç hemcinsinin tutumlarını izleyip tartarken çocukluğundan başlayan gözlemci tutumla aynı zamanda yaşadığı evi, yaşanılan ortamı yeniden yeniden kurmaya girişiyor, ardı sıra yapbozdakine benzer tutumla parçaları bütünleyip yerine oturtuyor. Bu, okurun da öyküyü yine aynı yolla, kendi dünyasında kurmasının önünü açıyor denebilir pekâlâ.

Oğluna düşkün, bu arada kızını sürekli öteleyip göz ardı eden eli maşalı anneanne, bu konuyla ilgili ağzını açıp tek sözcük söylemeyen anne, olanların izleyicisi abla, Eda’nın bu yapbozu kurmasının önünü açıyor sonuçta. Farklı kadınların tepkisini izleyen Eda, bu insanların tavırlarıyla davranışından bilincine üşüşen görüntüler eşliğinde bunları “bavul” leitmotivine yerleştirmekte gecikmez.

Anneanne dışında konuşan tek kişi, eski mahalledeki Zekiye Teyzedir. Yazar, üstelik anlatımcı bir yaklaşımla konuşturur onu, böylelikle biz, annenin çocukluğunu, genç kızlığını da bir iyi öğrenmiş oluruz.

Ama keşke hiç konuşturmasaydı onu, diyeceğim Sevil. Buna gerek yoktu çünkü. Öyle ya okur, Zekiye Teyze olmadan da zaten anneyi, tamı tamına tanıyıp sevgiyle kuşatarak öykü evreninde onu yerine oturtabiliyor. Bu nedenle hikâye anlatıcısı yanıyla Zekiye Teyze, fazlalık, böyle nitelenemeyecekse de gereksiz.

Bunu, annenin alabildiğine belirginleştirilip köşeleştirilmesine yol açması açısından söylüyorum. Eda’dan sonra adı geçen tek kişi Zekiye Teyze, öykünün önemli kişisi. Ötekiler anne, abla, anneanne, baba, dayı, yenge, kuzenler, o kadar.

Zekiye Teyzenin önemi annenin geçmiş yıllarına yönelik neşter vurup bu açıdan belirginleştirilmesinde değil, anneanneye göre karşılaştırılıp bir değer dizgesi ortaya koyabilmesinde çıkıyor ortaya.

Onun sevecen, insanları ayırmayan içtenlikli tutumu, Eda’nın çocuk dünyasında pamuk şeker havasında sevince boğulmasında kendini gösterip işlevsel hale geliyor daha çok.

Böylelikle öykü, kendi döngüsünü tamamlarken, gerçektenlik duygusunu alabildiğine yükseltip işlevselliğini de yerine getiriyor.

Hadi bakalım Sevil Günay Varol, öyküye devam!