ÖYKÜ KÜRSÜSÜ; M.S.Aslankara; Tuba Aktaş Öyküsü Üzerine

TUBA AKTAŞ ÖYKÜSÜ ÜZERİNE

M.Sadık Aslankara

Tuba Aktaş, öykülerini daha önce okuduğum, yolun başında bir yazar. Bu kez “Kayıp” adlı öyküsüyle karşımızda.

“Kayıp”, birbirinin çevrintisinde, hatta birbirinin neden olduğu savrulmalar eşliğinde yaşayan kişilerin buluşmasıyla kısa süre içinde yaşanan kaotik ortama yöneliyor. “Birbirinden kaynaklı nedenler” derken, bunların hep örtük tutulduğunu, hiçbir şeyin açıktan söylenmediğini eklemeliyim bu arada. Bu örtük tutum, yer yer gizemli ele alış, hep ikili ilişkilerle yürütülüp sezdirilmeye çalışılıyor ancak bize.

Yazar, bu buluşma için anlatı yerlemi anlamında, doğrusu ya, olağanüstü uygun ortam seçiyor bana göre: deniz kıyısında özel işletme olarak çalıştırılan bir çadırlı kamp alanı. Buna ek yerlem öğesi olarak da iki yıl öncesiyle çakıştırılan bir zaman döngüsü. Bunların tümü, öyküdeki dramatik aksı, buna sardırılmış dramatik döngüyü ele vermeye yetiyor. Ancak olaylara kabaca göz attığımızda, bunları sıralamaya kalktığımızda geriye, herkesi birbirine âdeta pamuk ipliğiyle bağlayan, herkesin içinde yoğrulduğu, iki yıl önce de yaşanmış olduğu izlenimi bırakan atmosferin tetiklediği örtüklük çıkıyor, o kadar.

Anlatıcı, iki yıl önce yaşadığı “kaza” odaklı anımsayışıyla mutsuz, gergin bir erkektir. Karısı, kızı ve annesiyle mahalleden çocukluk arkadaşı oldukları sezilen Altay’ın açtığı çadırlı kamp yerine giderken üçlü arasında donuk bir ilişki yaşandığı gözlenir. Nitekim anlatıcıyla Umay arasında sanki bitmiş ama öylesine sürüyormuş havasında yaşanan ilişki ortadadır. İkili arasındaki ilişkide neredeyse tek bağ kızlarıdır. Ancak anlatıcının gerek Altay’la gerekse karısı Yıldız’la sürdürdüğü farklı düzlemde ikili ilişki sarmalı da hem yoğundur hem belirgin.

Bu “ikilemeler”, örtüklüğün kaynağını oluşturur. Gizeme aslında kazanın yol açmış olabileceği düşündürülür okura, kaldı ki anlatıcının kızının adı da zaten Gizem’dir. Demir’in ortadan kayboluşu, âdeta üstü örtük tutulan gizemli kazayı, daha doğrusu bu kazaya yol açan nedenleri silik de olsa sezdirmeye çalışır. Sözgelimi Altay-Yıldız-anlatıcı arasında yalnızca üçünün bildiği bir giz bulunduğu kesindir. Bu gizin aşk-iş odağında yaşandığı da açıktır. Kazaya da bu yol açmış, Umay’ın mutsuzluğu bunun gölgesinde kalmış olmalıdır.

Bir türlü birbirine karışamayan, birbiriyle buluşamayan kaplar gibi bu kaotik, bunaltıcı ortam, yazarın anlatı atmosferine yüklediği gerilimle ağır bir su halinde bütün öyküye yayılır böylece.

“Kayıp”, bu yanıyla Antonioni’nin Macera (1960) filminde hâkim kıldığı iletişimsizlik duygusunu da çağrıştırır okur için. Aşk, mutluluk aranıyordur ya yakalanamıyordur bir türlü. Hep mutsuzluk, sıkışıklıktır karşımıza çıkan.

Tuba’nın öyküsü, albenisini bu gizemle kazanıyor işte. Bu çalışkanlığı ve üretimiyle anlatı dilini, öykülemesini çok daha ileri düzeye taşıyacağı açık onun.