ÖYKÜ KÜRSÜSÜ; Özlem Y. Uçak; Karma – Öykü

KARMA

Özlem Y. UÇAK

Esme, beşikte yatan bebeğini ruhunu sıkan kahredici bir soğukkanlılıkla giydirdi. Tüy gibi yumuşak saçlarını kemikli parmaklarıyla okşayarak taradı. Hafifçe kıkırdıyordu bebek. Paçavraya dönmüş çarşafın üstünden köhne odaya ve oradan her yere kuş cıvıltısı gibi tatlı bir yankı yaptı sesi. Annesinin dolu memesini emerken uyudu. Günün en huzurlu ve dingin ânı kısa sürerdi böyle. Esme biraz daha oyalandı bebeğinin yanında. Uyanırsa diye her ihtimale karşı sessiz ve yavaştı. Güneş ışığı odanın duvarında hareler yapıyordu. Bir ışık bebeğin yüzünde durdu. Pembe açan dağ çiçekleri gökten yanaklarına yansıyordu. Zamanı bolmuş gibi sakin ve ağırlaşmış gözlerle izledi biraz daha. Yavaşça kalktı. İnce dökük tülü aceleyle çekti. Kornişin tiz can yakıcı sesi bebeği uyandırıvermişti. Esme elini göğsüne koydu, diğer elini onunkine ve ninnisini söyledi.

Kapının arkasında asılı soluk hırkasını giydi. Yere düşen fularını yerden alırken gözden kaybolacağı için bebeğine kaçamak bir baktı. Bebek aynı yerde ve aynı şekilde hep ağlardı. Yine ağlıyordu.  Farklıydı bu kez, tiz ve daha hırçın bir ağlamaydı. Annesinin her daim koynunda kalmak istediğindendi. Esme sonu gelmeyecek bir yılgınlık, bitimsiz bir çaresizlik içindeydi. Hiçbir şey değişmeyecek ve düzelmeyecekti. Bebeğini aldı kucağına. Ninniyi mırıldanmaya başladığı an bebek derin, huzurlu bir uykuya daldı. Esme arkasına bakmadan kararlı bir tavırla kapıyı çekip evden çıktı. Apartmanın taştan koridorunda oynayan komşu çocuklara sert bir sevecenlikle parmağını dudaklarında tuttu. Bu hayata her ne olursa olsun minnettarlığının ve güveninin dışavurumuydu. Ama bir yarısı içeride, evindeki yalnız bebeğinde kalmıştı. Diğer yarısı temposunu hızlandırdı. Çok azdı zaman.

Yarım vücutluk yer ona yeterdi. Çoğu zaman daha azıyla da idare ederdi. Beş durak sonra indi. Sokak boyu yürüdü. Kulaklarına giren rüzgârın bedenini buza kestiğini hissediyordu. Hırkasının tüylü cebinde hazır duran kartını eline aldı. Yürüyen merdivenlerden inip turnikeden geçti. Tutunabileceği boş bir yer arandı. İnsanları iteledi. Saçları sert soğuk paltolara sürtüyordu. Acıyordu. Fularının arasına sakladı.

Beşinci durakta indi. Yürüyen merdivendeki sırayı geçti. Yüksek basamaklı merdivenden hızla çıktı. Gecenin nefesleri göğsünü sıkıştırıyordu. Kalbini kulağında duydu. Varınca, duvarda eski bir dost gibi kurulmuş renkli tabloya göz gezdirdi. Gülen kadın siluetinin yanaklarındaki damlacıkları ilk bakışta hemen bulamadı ve telaşlandı. Ardından hep gördüğü mor rengi yakaladı. Rahatlama hissetti biraz. Üstünde binlerce insana haber veren duvar saatinde zamanı kontrol etti. Otobüse bir dakika…

Koştu. Durakta hareketlenme başlamıştı. Önündeki kara paltolu ağır nefesli adamların omuzlarını iterek otobüse bindi. Cama kafasını dayadı. Ayalarını hırkanın söküğünde gezdirdi. Diker gibi parmaklarını büzüştürdü. Sonra birbirine sardı. O an bir mayışma hissetti. Sabahın yorgunluğunu atabileceği üç durak vardı. Ayaklarını doladı ve gecenin bütün uykusunu uyudu.

Uyumanın verdiği dinçlikle hızlı tempoda yürüdü. Büyük beyaz kapıya nihayet vardı. Evin ulu duvarlarında yankılanan zile bastı. Gözlerini sıkıca yumdu. Açtı. O an gökyüzünün grisi birden renklenmeye başladı. Kapıyı açan kadının boynundaki mor fuların kuzgun siyah saçlarına karışıp omuzlarından uçuşuna baktı. İçeriden gelen bebek ağlaması havadaki sesleri ve her şeyi emiyordu.

“Çok kalabalıktı yollar…” dedi yanaklarını dolduran bir gülüş takınarak.

“Neyse. İçeri geç… Ben iki saat geç geleceğim. Sorun olmaz artık senin için?”

“…”

Bebek avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Esme bebeğin sesine doğru ilerledi. Beşikte gözlerini kocaman açmış ona bakıyordu. Kızına söylediği ninniyi sevinçle şakımaya başladı. Kaldığı yerden… Kızı, o aynı sevimlilikle karşısında kıkırdıyordu.