BİR İNTİHAL DAHA MI VAR…
M.Sadık Aslankara
(01.02.2024 YAZISIDIR.)
Arada şarkılardan ödünç söz alıp yazılara başlık yapmak intihale girer mi?
Madem “intihal” üzerine gelgitlerle düşünce gevişi getireceğiz, doğrusu pek de uyar bu tutum birbirine.
“İntihal” sözcüğünün havada uçuşup arada birdenbire parlayıp ortalığı bir anda tutuşturuverdiği, farklı kesimlerde eğlenceli tartışmalara yol açtığı, ötesinde ağız dalaşına döndüğü, mahkemelere uzandığı olur. Sinemadan tiyatroya, edebiyattan resme müziğe, her alanda bu yönde kavgalar bir süre devam eder, sonra yavaştan söner, yeni bir intihal dumanı tütene dek. Hatta mahkemelerden çıkan kararlar gereğince tazminatlar ödendiğini de biliyoruz.
Bu yazıda günümüzde yaşanan böylesi örneklerden uzak duracağımı söyleyeyim işin başında. Yuvarlamayla yüzyıl önce “intihal” imasıyla başlayıp tartışmaya dönüşen bir olaya götürüp, olgunun bir başka yanıyla, sanattaki evrensel gerçeklik kavramıyla sizleri yüz yüze getirmeye, olgu üzerinde bu doğrultuda eşeleme yapmaya çalışacağım kendi payıma.
Bunun için olayı, alıntıları atlamadan aktarmam gerekiyor.
Nahit Sırrı Örik’in öykülerinin Eve Düşen Yıldırım / Hikâyeler 3 (Oğlak, 1998) başlığı altında M. Kayıhan Özgül – Vahide Bilgi ikilisi tarafından toplanıp yayına hazırlandığı yapıta, kitaba adını veren öykü için “Asefal Bir Heykel İçin Requıem” başlığıyla yazan M. Kayıhan Özgül’ün yazısından, kendi yazım biçimine bağlı kalarak özetleyip aktaracağım alıntıları…
“Nahid Sırrı Eve Düşen Yıldırım’da paratonersiz evlerden birinin hikâyesini yazar. Yıl 1931 ve yazar Ankara’dadır. Eylûl ve Ekim aylarında bu uzun hikâyesini tamamlar. Ertesi yıl, hikâye Milliyet’te ondokuz sayı tefrika edilir (1932) … iki yıl sonra Eve Düşen Yıldırım’ın hem Ankara’da, hem de İstanbul’da basıldığını görmek şaşırtıcı (…1934).
“…Eve Düşen Yıldırım hakkında en ‘sansasyonel’ iddia Selâmi İzzet Sedes’ten gelir. Sedes, ‘Eve Düşen Yıldırım!’ (Vakıt…, 10 Eylûl 1934) başlıklı yazısında, bir dostunun îmâsından söz açar. Dostu, yazara biraz da bıyıkaltından gülerek Eve Düşen Yıldırım’ı okumasını tavsıye etmiştir. Selâmi İzzet de bir yerlerde hikâyenin özetini okuyunca, arkadaşının tavsıyesindeki îmâyı çözmüştür; zîrâ, bu hikâye, kendisinin Fransızca’dan adapte yoluyle çevirip 1929’da Akşam Gazetesi’nde tefrika ettirdiği Bağbozumu adlı roman ile büyük benzerlikler göstermektedir.
“Nahid Sırrı Selâmi İzzet’in yazını okur okumaz bir cevap metni kaleme alır (‘Bir Cevap: Eve Düşen Yıldırım Etrafında’, Vakıt, …13 Eylûl 1934). Cevabında, Bağbozumu’nu okumadığını söyledikten sonra, zaten bu konuyu da gerçekten var olan bir aileden etkilenerek hikâyeleştirdiğini yazar…
“Aslında, Selâmi İzzet’in iddialarından çok daha evvel, Ahmet Muhip Dranas, Eve Düşen Yıldırım’dan da söz eden bir yazısında -Nahit Sırrı’nın gerçekleri ifşasından duyduğu kırgınlığı da hissettirerek- hikâyedeki aileyi tanıdığını yazmıştı(r)… (/Hakimiyet-i Milliye,…26 Temmuz 1934).
“Bu kuvvetli delil ve Nahid Sırrı’nın itirazı Selâmi İzzet’i susturdu, zannedilirken yazar Bağbozumu ile Eve Düşen Yıldırım’ı kıyaslayan uzun bir yazı kaleme alarak iddiasını delillendirir…
“Selâmi İzzet yazısında uzun iktibaslarla, bazen cümle cümle benzerliklere işaretle intihâli isbatlamağa çalışır. // “Hakikatte de görülen odur ki, her iki eser arasında inkâr edilemez bir yakınlık vardır.
“Nahid Sırrı Selâmi İzzet’in iddialarını bir ay kadar cevapsız bıraktıktan sonra, teorik tarafı ağır basan ve üstü örtülü ifadelerle ilham kaynağını da kabullenir görünen bir yazı yayımlar (… Varlık, … 15 Birinci teşrin 1934)
“[Nahit Sırrı’nın ilgili yazısından yazarın alıntısıyla] Roman ve hikâye yazarken haricî bir tesir ve ilham altında kalmamak üzere bir san’atkâr kitap okuma[ma]ğa, tiyatroya, sinemaya gitmemeğe ahdetse bile, sokakta gördüğü ve duyduğu binbir şeyin tesiri altında kalacak, yine haricî unsurların kitaplarına ve yazılarına mütemadiyen girmelerine mani olamayacaktır.”
“[Nahit Sırrı’nın ilgili yazısından yazarın alıntısıyla] Büyük sanatkârlar ise, bir başkasının eserinden pervasızca, hiç gizlemeyerek, sırf mevzua acıdıkları için istifade ederler. Zira en güzel mevzular da Kıymetsiz bir muharririn elinde ziyan olurlar. (…). Kuvvetli mevzular ve vak’alar bularak tahlil noksanı ve tahkiye za’fı yüzünden bunları ziyan etmiş muharrirler, asıl efendilerin gelmelerine intizaren büyük konak veya kasırların uşak dairesinde oturan ve arada bir etrafı dolaşıp temizleyen ve süpüren uşaklara benzerler.”
“[Nahit Sırrı’nın ilgili yazısından yazarın alıntısıyla] Ben, yüz muharririn de, kitaplarına emek vermek ve farklı hüviyetler ve başka muhitler ve dekorlar getirmek şartıyle aynı mevzular ve aynı şahısları tasvire hakları olduğuna kailim. Münhasıran kendi icatlarını anlatmak isteyen sanatkâr gözlerini kapamak, kulaklarını tıkamak ve hafızasını boşaltmak mecburiyetindedir.”
Yazar M. Kayıhan Özgül, “Bu cümleler -dolaylı olarak- yazarın Bağbozumu’nu okumuş olabileceğinin işareti” dedikten sonra, “okunmuş metinlerin yazılacak metinlere katılımı konusunda Nahid Sırrı’nın daha cesur ifadeler” kullandığını söyleyip, “Herşeye rağmen, yazar Bağbozumu’nu önceden okuduğunu hâlâ reddetmektedir.” yargısı getirerek ekliyor: “Bu satırlardan sonra, Nahid Sırrı’nın Bağbozumu’ndan faydalandığını düşünmek daha kolay.”
Bahriye Çeri, derlediği Nahid Sırrı Örik / Toplu Öyküler (Everest, 2023) için kaleme aldığı “Nahid Sırrı Örik’in Öyküleri Üzerine” başlıklı yazısını “Sevgili Selim İleri”den aktardığını bölerittiği alıntıyla noktalıyor: “Nahit Sırrı’da ‘çalıntı’ olduğunu ileri sürenlere bile rastladım. … Hiçbiri yazarına ve eserine gölge düşüremiyor. Yalnızca kendi olabilmiş sayılı yazarımızdan biri.”
Demek ki neymiş? Herhangi intihal tartışması yaşandığında, başlığa aldığım bildik şarkı sözünü anımsayabilirsiniz: Bir intihal daha mı var?