SAYFA YAZISI: İlk Cemre Öyküye Düşer…

İlk Cemre Öyküye Düşer…
M.Sadık Aslankara
(21.02.2019 YAZISIDIR.)

İlk cemre 20 Şubatta havaya düştü, ardından ötekiler gelecek peş peşe birer hafta arayla. Derken bahar yüzünü gösterecek. Eskilerin deyişiyle yazın karşılanması için ama hıdrellezin beklenmesi gerekecek yine de.

Doğrusu ya, 14 Şubat Dünya Öykü Günüyle Sevgililer Gününün hemen ardından cemrelerle buluşulması bana pek anlamlı geliyor. Doğanın cilvesi mi öykü sanatının güzel yazgısı mı bilmiyorum, ama bu artarda geliş dikkat çekici.

İnsanın âşık olması nasıl öyküye dönüşüyorsa çabucak, doğanın cemrelerle buluşması da bu anlama geliyor, böylece olağanüstü güzellikteki öykü zinciriyle karşılaşıyoruz bir biçimde doğadan insana akan, cemreden aşka sıçrayan. Bir öykü mucizesi olarak da anılabilir bu zincirleme ilişkileniş.

Öyle ya hem doğadaki cemre hem de bireydeki aşk süreçleri, öykünün kanatları altında yükselip böyle özelleşiyor. Yaşanan doğal akış da unutulmazlaşıp anıtlaşıyor bunun sonucunda. Yazılırken metinde kurulan hikâyenin, her okunuşta, okuyana göre yeniden kurulup yapılandırılabiliyor oluşu bile başlı başına bir büyük serüven.

Evrenin yansımasına, doğanın birbirine zincirlenmiş sürecine dönük hikâye ediş olarak alınabilecek cemrelere açılan en iyi yerlerden biri konumunda öykünün alınması rastlantı değil bu nedenle.

Bu bakışın, cemreyi, aşkı, buna dayalı öykü örneğini, her seferinde yeniden dolaşıma çıkaran, olanca canlılığıyla paylaşıma açan bir sanatla temellendiği ortaya çıkıyor. Bir sanat edimi, gücü işte böyle koyuyor kendini, ağırlığını da bu şekilde duyuruyor üzerimizde.

Sonuçta öykü, cemreyle aşkı aynı kapta bütünlemekle kalmıyor, yanı sıra bunlara kılavuzluk da yapıyor ciddi anlamda. Gerçekten de bizim doğadaki bu süreçleri içeriden bakışla kavrayabilmemiz, böylesi etkileşim-tepkileşim zincirlerini edebiyata aktarılan hikâyeler aracılığıyla tanıyıp kavramamız çok daha kolay.

Sanatın kılavuzluğu işte burada kendini gösteriyor. Bilim gibi genel geçerlik kazandıran tutumla hem de.

Bütün bunların ardından cemreyi de aşkı da öykünün neredeyse can damarı sayabileceğimiz gereçleri bağlamında almanın hiçbir sakıncası olmasa gerek.

O halde bilmeliyiz ki cemreden ya da aşktan söz ediyorsak eğer, besbelli öyküden de söz ediyoruz demektir bu.

Buna göre cemre hayat öpücüğüyse aşk yaşam soluğu kuşkusuz. Bunlar arasındaki eşikler, dağınık geçenekler, bunları birbirine bağlayan koridorlar da öykünün dolantıları olarak uzanacak. Bütün yapıp etmelerimizi birbirine bağlayan, bizi bunlar aracılığıyla kültürlü bireylere dönüştüren bu tür büyülü oyunlar giderek daha da somutlaşıp önümüze gelecek kuşkusuz.

Herhangi öykünün, aşkı da cemreyi de koluna takarak yoluna devam etmesi olağan bir durum bu nedenle. Cemrenin, aşkın olduğu her yerde öyküden de söz edebilmenin, gizi, anlamı burada yatıyor işte.

Bundan ötürü üzerinde duruyorum söz konusu süreçlerin, öykü sanatının bunda üstlendiği süreçlere dönük katkısının.

14 Şubat’ın ardı sıra gelen aşklar, cemreler, öykü dünyamız için çok değerli alüvyonal bir toprak bu nedenle. Toprağımıza sahip çıkacağız bundan böyle. Öykü, cemrenin, aşkın sahipliğini hep sürdürecek.

Evet, cemreler başladıysa, ilk damla öyküye düşecektir.

Öykü, bilincimizi kavrama yetisinin de anahtarı aynı zamanda.