SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; ANADOLU MEŞESİNDEN ANADOLU ÖYKÜCÜLÜĞÜNE…

ANADOLU MEŞESİNDEN ANADOLU ÖYKÜCÜLÜĞÜNE…

M.Sadık Aslankara
(29.06.2023 YAZISIDIR.)

kitap-lık’ta (Mayıs-Haziran 2023) Memduh Şevket Esendal öykücülüğü üzerine kaleme aldığım yazıda, kendi dile getirişiyle “Meşe” söyleminden kalkarak onu, Anadolu’nun köklü, kadim ağacıyla koşutluklar kurarak ele almış, Anadoluluk paydasındaki özgüllüğünü görece de olsa sergileyip öne çıkarmayı amaçlamıştım.

“Anadoluluk” derken, bunu dile getiren ifadeyi payda temelinde aldığımı, “Anadoluculuk” gibi bir kavrayıştan uzak durduğumu belirteyim ilkin. Burada söylenmek istenen, Memduh Şevket Esendal’ın tüm öykülerinde, İstanbul’u da içine katarak ülkeyi, coğrafi, kültürel, ekonomik,  bölgesel, sınıfsal vb. açılardan herhangi ayrıma uğratmadan Anadolu bağlamında aldığını vurgulamak, o kadar.

Son birkaç aydan bu yana, Muzaffer Uyguner’in yayıma hazırladığı Bilgi basımı MŞE öykülerini yeniden okuyorum. Bu kez yazarın öykülerindeki tarihsel gelişimi özellikle dikkate alırken söz konusu bu akışa değgin notlarla Memduh Şevket Esendal öykücülüğünün âdeta bir tür çetelesini çıkarmaya dönük hazırlık yapıyorum diyebilirim.

Ömer Seyfettin’le aynı dönemden süzülüp gelerek, tıpkı onun gibi öykü sanatından hiçbir zaman kopmaksızın yazarlığını sürdüren, öykü yazmayı mektuplarında apaçık görüldüğü üzere hemen her fırsatta âdeta sorunsal bağlamında aldığını ortaya döken Memduh Şevket Esendal, dilde de yine onunla özdeşik yaklaşım sergileyip halkın yalın konuşma biçimini öne çıkarıyor.

Salt bu nedenle bile öykücülüğümüzde dilin yalınlaştırılıp öykülerin halkın anladığı dille yazılması girişimini bir tek Ömer Seyfettin’le sınırlamak gerçeği yansıtmaz. Bu noktada MŞE’nin de önemli bir paydaş anlamında anılması hak bilirlik olacaktır.

Öte yandan yazarın, Ömer Seyfettin’le aynı ya da birbirine yakın yıllarda yüzyıl, hatta daha da önce verimlediği öykülerin, o ilk günlerden itibaren ölünceye dek yazmayı sürdüreceği öykü türüne karşı nasıl da aşkla bağlı olduğunu göstermesi bakımından, öne çıkıp belirgin özelliğe dönüştüğü pekâlâ ileri sürülebilir bana göre.

Anadolu meşesi benzeri Anadolu öykücüsü olma karakteri de bu noktada çıkıyor ortaya. Anadolu’nun her yerinden, kadın erkek, genç yaşlı, köylü kentli, memur işçi esnaf zanaatçı her kesimden, tabakadan insan, büyük kentlerin öteki insanlarıyla birlikte yer alıyor öykülerde, hiçbir engel görmeden.  

Ayrıca bütün olan biten olayların, gülümseten ahenkle kaleme alınışı da farklı etkiler yaratabiliyor. Bunda öykülerin alttan alta şakacı tutumla kuruluyor olması rol oynuyor. Hep sözü edilen Çehovvari etki, öykünün kuruluşu kadar daha çok bu noktada kendini gösteriyor. Mahzun, ağlanacak duruma bakılarak yansıtılan gülümseyiş bağlamında da alınabilir bu görece.

Öte yandan öykü karşısında yazarın, kendisini geride tutması, kendi iç zorunlulukları dışında herhangi zorlama getirmeden bunu verimlemesi, yazınsal tür konusunda belirgin bir duruşa sahip olduğunun da kanıtı aynı zamanda. Nitekim MŞE, hiçbir öyküsünde ne öykü evrenine müdahale ediyor ne de öykü kişilerini herhangi zorlamaya dayalı bir yere doğru yönlendiriyor. Böylelikle öykülerini çizgisellikten de uzak tutuyor alabildiğine. Bir kırkayak misali, öykü kendi yolunda ilerleyip hangi yönde nasıl gelişecekse bununla uyumlu akışını gerçekleştiriyor, bu kadar yalın.

Böyle olduğunda yazarın olay akışına dayalı bir öyküleme getirdiği gibi bir izlenime varabilir kimi okur, ancak böyle de değil. Çünkü gerek olayların aktarılışında gerekse bunların içinde gezinen öykü kişilerinin tutum, davranışlarıyla konuşmalarında, bunları yine öykünün gereksinirlikleri doğrultusunda karşılayıp yerli yerine oturtuyor Esendal.

Diyeceğim, öykülerin alımlanışında ne olay akışı ne konuşma örgüsü, kör kör parmağım gözüne dercesine öne çıkıp kendini duyuruyor ille, tam tersine öykü öyle ilerliyor ki biz ne olup bittiğini, öykünün bizimle kurduğu ilişkiyi, hani neredeyse kendi okuma çabamıza dayanarak bulguluyoruz ancak.

MŞE öykülerindeki konuşma örgüleri üzerinde ayrıca durmak gereği duyuyorum. Öykü kişileri arasında süregiden, akışa bırakılmış öylesine salıverildiği izlenimi bırakan bu konuşmaların, aslında gelişmiş bir söyleşim anlayışının yansıması bağlamında kurulup yerleştirildiği dikkatli bir göz tarafından kolayca görülebiliyor. Bu biçem, öykülerdeki gerçektenlik duygusunu yükseltirken öykü kişilerinin, karakteristik niteliklerini yansıtmakta da önemli rol oynayıp bunun daha belirgin biçimde öne çıkmasını sağlıyor.

Buradan şunu çıkarıyoruz biz: Memduh Şevket Esendal, usta bir diyalog kurucusu. Döneminde kaleme aldığı tiyatro oyunları, eğer keşfedilip bu yönde bir alan açılabilseydi döneminde, hiç kuşkum yok, MŞE’yi bugün önemli oyun yazarlarımız arasında anıyor olacaktık.

Yine öyküde ayrıntıların yerleştirilişinde, öyküde anlamlandırmanın özellikle yaydırılıp tümüne yerleştirilmesine, ama bu doğrultuda hiç acele edilmeksizin bunun ardı ardına ötelenip okuma eyleminin noktalanışıyla tamamlanışına bırakılması da öykülemede ustalığını gösteriyor yazarın.

Sonra yan anlam ağları kadar artalan sıkılaması gibi öyküye tokluk kazandıracak öğelerin birer anlatı tekniği bağlamında kullanılışına uzanan, böylelikle öykünün anlatı zemini üzerinde yükselişini dikkate alan tutumun da bir hüner olduğunun altını çizebiliriz.

Böyle olduğunda kaleme alındığı tarih her ne olursa olsun, öykülerde okunurluğa süreğenlik kazandırıyor, böylelikle de okunduğu her dönemde kendi gerçekliği yönünde yaygın ilgi uyandırmayı başarıyor MŞE öyküleri.

Anadolu Meşe’si Memduh Şevket Esendal, okur kolayca fark edemese de öyküde tazeliğini her dem koruyor sonuçta bir biçimde.