SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; BİLİM VE SANATTA CUMHURİYET İVMESİ…

BİLİM VE SANATTA CUMHURİYET İVMESİ…

M.Sadık Aslankara
(27.10.2022 YAZISIDIR.)

Toplumun bütün kesimleri gördü gerçekliği, olguyla yüzleşti, yüzleşmeyi sürdürüyor.

Cumhuriyet, yüzüncü yılına girerken uyanabildiysek ne âlâ! Ama uyanamadıysa eğer, yandı gülüm keten helva. Meğer bilimin, sanatın, özgür düşüncenin mihveri, koruyucusu, sığınağıymış şu bizim cumhuriyetimiz.

Yüz metre koşusunda uzun süre kırılamayan rekor olur ya hani, benzer işleyişle, cumhuriyetimizle nereye ulaştıysak, neredeyse çizgi, aramızdaki bağın koparcasına gevşediği o yerde, noktada donmuş kalmış sanki.

İşin sanat yanına bakarsak, özetle popülizmin batağındayız hep birlikte. Demokrasiyle, aydınlanmayla bağı kopan, gelişmişi, gelişmekte olanı, fukarası, zavallısı dünyanın nece toplumu varsa hep birlikte.

Gelin biz kendi toplumumuza dönüp sanat alanına değgin bir iki kısa alıntıyla sanatsal edimlere eğilelim, ne dersiniz?

Peki, sanat yok mu ülkemizde, var tabii, ama adeta takım havasında peşine takılan taraftarıyla var. Tıpkı öteki alanlarda görüldüğünce. Kitlelerin güzel, iyi, doğru olan ne varsa bunlarla bağını koparıp hep birlikte popüler olanın peşinde kuyruğa dönüşmesi normal mi sizce?

Bu noktada Melih Cevdet’in sözlerine kulak verelim önce:

“Bütün güzel sanatların konusu (belki de amacı) olan güzellik… / Güzellik kavramı bir tümeldir, güzel kız, güzel şiir, güzel resim değil, güzel. / Onu biz yaratmışız, dışımızdaki dünyada bir karşılığı yok, ama inanıyoruz ona, dahası tapıyoruz, ne olduğunu bilmeden. / Tümellerden hiçbirini görmemişiz… imgelemimizde canlandırabiliyoruz. Hayır, hayır canlandıramıyoruz da, onun görüntüsünü yaratmaya çalışıyoruz. / İşte bütün yaratılarımız bu görüntüler çevresinde oluşmuştur. Hem uydurma, hem gerçek. /Uydurma demem kimseyi şaşırtmasın, uydurma bir dünyada yaşıyoruz. Gerçekte insanoğlunun benzersiz dünyasıdır bu, onun kültürü, uygarlığıdır. /…/ Güzel olan, uydurma olandır; yarattığımız uydurma dünya içinde oyalanıp gidiyoruz. / Bizim gerçek dünyamızdır o, hiç kuşkum yok…” (Melih Cevdet Anday; “Yoksa Unutuluruz”, Cumhuriyet, 5.12.1995)

Melih Cevdet’in, ironiyle bize anımsattığı gerçeklik, bu yönde oluşmuş bir imgelemi de derinliğine düşünmemiz gerektiğini gösteriyor. Sözgelimi sanatta “güzel” olarak niteleyebileceğimiz yapıt nedir, nasıl bir şeydir? Sanattaki bu güzelliği nasıl ayıracağız? Kestirmeden “güzel şiir”, “güzel öykü”, “güzel roman”, “güzel oyun”, “güzel film, müzik, resim” vb. derken, seçip ayırmanın ölçüsü olarak kendi kuralları dururken bunun yerine “popülerlik” alınabilir mi?

Zurnanın “zırt” dediği yer burası işte. Kitleleri yönlendirip, onların da onayı varmış da bir tapınımdaymışçasına öne çıkardıklarına baş sallıyorlarmış havasında yüceltilen kimse, ne varsa, bu gölge oyununu yönlendirenlere göre “güzel” olan da o, o zaman “güzel”; kendi “kişisel çıkarlarının aracısı olan şey” anlamına geliyor bu insanlar için.

Oysa gerçekte “güzel”i aramak, bulmak, ona dönük kavramlar üretip bunun sınırlarını çizmek de bir yöntem işi.

Dünya tiyatrosunun büyüklerinden Stanislavski, “sanatın sömürülmesi” konusuna da yer açıyor büyülü çalışmasında, şöyle uyarıyor öğrencilerini:

“Ne yazık ki, sanatımız kişisel çıkarlar uğruna sık sık sömürülür. (…) … Ün kazanmak iğreti bir başarı sağlamak ya da bir geçim yolu edin(erek) yaparlar… Bizim uğraşımızda bunlar her zaman görülen garip olaylardır…”

Ardından şunları ekliyor:

Şimdi söyleyeceklerimi hiç unutmayın: tiyatro, reklamcılığı ve gösterişçiliği yüzünden, sadece güzelliklerini işletmek, sadece geçim yolu edinmek isteyen çoğu kimseleri kendine çeker. Böyleleri, halkın bilgisizliğinden, beğenisizliğinden, kayırıcılıktan, düzencilikten, uydurma başarıdan, kısaca, yaratıcı sanatla şu kadarcık ilgisi olmayan daha birçok araçlardan faydalanırlar. Bu sömürgenler sanatın düşmanıdırlar. Bunlara en amansız önlemleri uygulamak zorundayız. Böylelerini edebilirsek ıslah etmeli, edemezsek defetmeliyiz. (…) ‘Siz buraya sanata hizmet etmeye, sanat uğrunda özveriliklere katlanmaya mı, yoksa kendi kişisel çıkarlarınız için sanatı sömürmeye mi geldiniz?” (Stanislavski; Bir Aktör Hazırlanıyor, Çeviren: Suat Taşer, Dost Kitabevi, 1988, s.38)

Ahlakla bütünleşmiş bir güzellik sevgisi, daha başka nasıl anlatılabilirdi acaba?

Böylece, burada, “sanatta kendimizi değil, kendimizi sanatta sevmemiz gerektiği” ilkesini gösteriyor Stanislavski bize.

Bu şudur: Kendimizi, ürettiğimiz yapıtla bütünleştirmeli ve ancak o yapıtta, o yapıttaki emeğimizle sevmeliyiz.

Döne dolaşa “sevgi”ye geldik…

Cumhuriyeti özetlemek gerekse, “sevgi” diyebiliriz o halde.

Atatürk de bunu yaptı. Bilim ve sanat toplumu böyle çıktı ortaya.

Sahi, Atatürk kimdi, neler yaptı, diye bir soru geldi miydi önümüze, ilk düşünmemiz gereken bu.