SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; BİR KIYIDA DURMAYI BİLEN YAZARLAR;

BİR KIYIDA DURMAYI BİLEN YAZARLAR…

M.Sadık Aslankara
(18.02.2021 YAZISIDIR.)

Yazarların “kıyıda durmayı bilmesi” olgusunu, kendilerine yazarlık yakıştıran daha doğrusu kendilerinde yazarlık vehmeden kimilerinin, yazarlıkla ilgisi olmayan ün, para vb. beklentiler çerçevesinde, geçiyordum uğradım dercesine alanda şöyle bir görünüp sonra da umduklarını bulamadıkları, bulamayacakları için hiçbir şey olmamışçasına alandan çıkmasına benzer kimi davranışlarla karıştırmamak gerekiyor.

Daha önce böylesi yazarlar için, bunu bir sorunsal bağlamında alıp “yazınsal liyakat” çerçevesinde zaten eğilmiştim konuya, anımsanacak olursa.

Bu kez yazarlığı, yazın dünyası, yazınsal ölçütler göz önüne alındığında edebiyat yazarı olduğu tescillenip kesinlenen, sonuçta yazınsal değer taşıyan, bu nedenle alanda anılan kişiler için bir şeyler söylemek istiyorum daha çok.

Bu sözlerden hareketle, kendini kanıtladığını düşünen herhangi yazarın, bir ölçüde kendini dinlendirmek, yorgunluk gidermek, eh hadi biraz da özlenmeyi beklemek adına, günü geldiğinde ya da uygun zaman aralığında veya gerekli gördüğünde kıyıda durmayı bilmesi, öğrenmesi, aynı zamanda bunu içine de sindirebilmesi gerekiyor kanımca. Zaman zaman yaşanabilecek, görece ilgi görmeye dönük çaba yerine ilgiyi okurdan beklemek anlamına gelebilecek bu türden bir davranış, olgun tutumla yerini, ağırlığını korumaya çalışmak bağlamında da alınabilir ayrıca.

Kendi payıma, başlangıçta değilse bile sonraki yıllarımda, kitaplarımda özellikle yaşamöyküme eklediğim, edebiyat-tiyatro-belgesel sinemada “zaman zaman alanın kıyısında durduğum” vurgusunu öne çıkardığımı şuracıkta yeniden dile getirmek isterim doğrusu.

O halde yineleyeyim; bir yazar, gerektiğinde kıyıda durmayı bilmeli!

Fetbazlık yapılarak, çalım atılarak, başkalarına omuz vurup itekleyerek, onu bunu dirsekleyip öne geçmeye çalışarak yazar olunmaz. Yazar odur ki, kendini günün birinde ille anımsatır; çünkü öyle bir iş yapmıştır ki yazında, bunun yansıdığı yapıt, biricikliği, özgünlüğü, benzersizliğiyle “tek”tir.

Bir iki örnek vereyim. Görebildiğimce Abbas Sayar (1923-1999), günümüz genç okurlarınca pek anılmayan bir yazarımız. Ama Abbas Sayar’ın, ilginçliğini ortaya koyan, bu anlamda örnekçe olmayı sürdüren bir yapıtı var: Yılkı Atı (1970). Aynı şekilde Fosforlu Cevriye (1968) adlı romanıyla Suat Derviş de (1905-1972) bu yönde anımsanabilir. Diyeceğim söz konusu yapıtların yazarları olarak bu adlar, kendilerini tanıtmak zorunda değil hiçbir zaman. Eğer biz, gerçekten bir edebiyat okuru olduğumuzu düşünüyorsak andığım yapıtlarıyla bu yazarları bilmek zorundayız, o kadar.

Yukarıda yaygınlık bakımından daha az bilinen iki örneğe değindim. Yoksa Aşkı Memnu (Halit Ziya), Çalıkuşu (Reşat Nuri), Yaban (Yakup Kadri), Kuyucaklı Yusuf (Sabahattin Ali), İnce Memed (Yaşar Kemal), Murtaza (Orhan Kemal) vb. adları da anabilirdim. Yine de yaygın bilinirliği, az bilinirliğiyle alandan örneklenebilecek öyle çok yazar ve yapıt var ki, bunlara sizler de kendinizce eklemeler yapabilirsiniz.

Sizin de çeşitlendirebileceğiniz bu ve buna benzer örnekler, biz ne yaparsak yapalım kimi yazarların bu yanıyla günün birinde ille önümüze çıkacağını gösteriyor. Yapıtlarıyla yolumuzu kesip bizi derdest edebileceği gün gibi ortada o halde söz konusu yazarların. Hiç kuşkumuz olmasın bundan.

Buna göre, yaşamını sürdürürken bu yöndeki nitelikleriyle kendilerinden söz ettiren yazarlar, hiçbir kaygı duymaksızın kıyıya çekilebilir, bir süre kıyıda bekleyebilir, çünkü ortadan çekiliyor, kıyıda duruyor diye unutulacak değildir.

Eskimeyecek yapıt, yazarını da hiçbir zaman eskitmez. Homeros eskiyor mu? Yunus, Cervantes, Kaygusuz, Shakespeare eskiyor mu?

Edebiyat, insan tekiliyle başlamaz, ancak insan tekili, edebiyatı kendisiyle yani kendini bunun içinde yoğurarak öğrenir.

Ne var ki her şeyin metalaştırılıp yazınsal yapıtların da yazarlarıyla birlikte “mal” halinde nesneleştirildiği çağımızda, adına “sistem” diyebileceğimiz organizasyon, sürekli buna müdahale ediyor, kendisi karar vermek istiyor hep.

O zaman bu sistem, ya “atları da vururlar” dercesine sürekli gündemde tutup her bakımdan alabildiğine yararlanıyor, bunun sonucunda âdeta tüketiyor yazarı ya da bir kıyıya terk edip yaşayan ölü haline getiriyor.

Demek ki geçiyordum uğradım diyenler gibi, sistemin de umurunda değil edebiyat. Önemli olan yalnızca kazanç; varsa yoksa kârlılık.

Haftaya buradan devam edeceğim.