SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; CUMHURİYET’MİŞ TOLSTOY’MUŞ UMURUNDA MI…

CUMHURİYET’MİŞ, TOLSTOY’MUŞ
UMURUNDA MI DÜNYA…

M.Sadık Aslankara
(12.10.2023 YAZISIDIR.)

Birilerini, gençleri hele de gençleri suçlayıcı önyargıyla girişiyor değilim yazıya, başlık böyle bir çağrışıma yol açıyorsa bu türden bir niyet taşımadığımın bilinmesini isterim doğrusu işin başında.

Biri Cumhuriyet’te, öteki yine aynı gazetenin Pazar ekinde sürekli yazan iki kalemden, üstelik aynı tarihte 8 Ekim 2023’te okuduğum iki yazıda gözüme ilişen satırların, böyle bir yazıyı kaleme almayı esinlediğini ekleyebilirim ama.

Önce Nilgün Cerrahoğlu’nun yazısından bir bölüm:

“Bir sokak röportajının sorusu bu: / -Bilmiyorum… Hiç bilmiyorum. / -19 Mayıs? Değil… Bilmiyorum. / Cumhuriyet? / Yanı başındaki arkadaşından yardım istiyor: / ‘Cumhuriyetin yılı kaçtı ‘lan’?’ / Arkadaş daha gabi: -Bilmiyorum ki? Onu pek bilmiyorum. / -Temmuz’du galiba. / -Kaç Temmuz? / -23 Temmuz. Doğru mu? / Türkiye’yi il il gezerek sokak röportajları yapan ‘Sokak KedisiEbru Uzun’un milyon dolarlık ‘Cumhuriyet ne zaman ilan edilmiştir?’ sorusuna verilen yanıtlar bunlar. / Mikrofon tutulanların hepsi genç.”

Hani evinden kaçmıştı ya Tolstoy, şu satırlar da Ömür Tanyel’den:

“Tesadüf o ki kendisinden esirgenen Nobel Ödülleri’nin kurucusu Alfred Nobel’in kardeşlerinin yaptığı demiryolu hattı üzerinde seyahat ediyordu. Ancak bir süre sonra soğuk ve kalabalık vagonda hastalandı, şiddetli öksürük nöbetleri yola devam etmesine engel oldu. / Astapovo istasyonunda trenden inmek zorunda kaldı. İstasyon şefi Ivan Ivanovich Ozolin, hasta yazarın bakım alabileceği daha rahat bir yer sağladı. Ancak bir yandan da Tolstoy’un bulunduğu yer tüm ülkede duyulmaya başlamıştı.” “Kaçışından bir hafta kadar sonra yazar 20 Kasım 1910’da hayata gözlerini yumdu. 1918’de Astapovo istasyonunun adı Lev Tolstoy olarak değiştirildi. İstasyon binasının üzerindeki bir saat halen yazarın öldüğü 6’yı 5 geçeyi göstermiş vaziyette durur.” “Moskova’dan yaklaşık beş saat uzaklıktaki Lev Tolstoy kasabası ilk anda ismi ile merak uyandırıyor. Yörenin gençlerine ismin kaynağı(nı) sorduğumda ‘Tolstoy burda ölmüş heralde’ demişlerdi.”

Bu anlatılanlar, biri Türkiye öteki Rusya, aralarında binlerce kilometre bulunan farklı kültürlerdeki gençlerden yansıyan görece bir umursamazlığı ele vermiyor mu sizce de?

Umursamazlık derken, bunun salt iki ülke gençlerinde değil, artık bütün dünyada, tüm gençler arasında yaygın bir sendrom bağlamında hem de çok somut biçimde kendini gösterdiğini biliyoruz. Bu umursamazlığın yoksamacı, nihilist bir edayla bütünlendiği de çok açık.

Ne var ki bu umursamazlığı onların üzerine yıkıp, gençleri günah keçisine dönüştürmeye kalkmayalım hiç. Sorumluluğun gençlerde olmadığını bilmeyen mi var?

Bir yandan dünyanın doğal, kültürel, ekonomik vb. bütün değerlerini kullanıp sonsuzca tüketme hakkı göreceksiniz kendinizde sonra da kalkıp gençlerin her alanda önünü keserek onları sınırlandırıp cendereye sokacaksınız, derken âdeta bir z kuşağı paranoyası halinde, akıl alır iş değil, bütün sorumlulukları onlara yükleyeceksiniz.

Yok, hayır, günümüz gençlerinden, diyebiliriz ki z kuşağından yansıyan bu yoksayıcı umursamazlık, kendilerinin değil, dünyayı getire getire bu çıkmaza sokanların işi hiç kuşkusuz.

İlginçtir, yukarıda okuduğumuz metinlerin yayımlandığı günlerde, bunu kanıtlayıcı bir örnekçe halinde gazetelerin üçüncü sayfasında bir haber yer aldı.

Yaşamının baharında yirmi beş yaşında Dilara, erkek arkadaşıyla görüşmesini istemeyen annesiyle tartışmaya giriyor, nasıl oluyorsa demek bir anda saldırganlaşıp elinde bıçak annesini yaralıyor. Ama anne ölünce Dilaracık, bu kez onulmaz biçimde nasıl bir vicdani yıkım yaşıyorsa yapımı süren yakınlarındaki bir apartmanın on beşinci katından atıyor kendisini.

Alın işte karşılıklı işlenmişçesine bir anne-evlat cinayeti size, bundan daha acıklı ne olabilir?

Annesinin, genç kıza sınırlar koyması, Dilara’nın bu sınırları reddetmesi, sınırsızlık arayışı…

Gençlere bir şey vermeden hep isteyerek bir ilişki sürdürülebilir mi?

Şimdi Dilara’nın, tabii annenin de ruhunu incitmeden yukarıdaki örneklere geçelim.

Bugün gençlere, akıllarınca ayar vermeye çalışanların umurunda mıydı acaba dünya, şimdi bırakacakları kör topal dünya umurlarında olsun  gençlerin?

Bütün sorunları yığa çoğalta taşıyıp önlerine bırakmadınız mı? Şimdi ortaya çıkan bu yanıt, umursamazlık, yoksamacılık, sınır yıkıcılık, sizlerin-bizlerin yanlışlarından kaynaklanmadı mı?

Onlar Atatürk’ü de biliyor, Tolstoy’u da, kendi payıma ben de bunu biliyorum. Peki biz yeterince bilincinde miyiz bu olgunun?

Bütün türleriyle birlikte varlık âleminin, dünyanın canına onlar mı okudu?

Savaşları onlar mı çıkardı, şiddet onların eseri mi, açlıktan ölen insanların önlerindeki ekmeği onlar mı çekip aldı? Çocuklara, kadınlara canavarlıkta hep onların mı payı var?

Z kuşağı, diyerek hafife aldığımız, onlara moda, kavrayış, tutum belirlemek için yine ön safta alesta hazır beklediğimiz bu genç insanları, bu durumda suçlamaya hakkımız var mı acaba?

Cumhuriyeti anlamak için ilkokuldan derslere başlaması gereken biziz öyleyse, biz hepimiz Dilara’nın, salt sınırlar koyan annesiyiz, karşılığında sorumluluk yükleyip yetki tanımak yerine salt sadakat, biat bekleyen.

İğne kendimize. Biz Cumhuriyeti, Tolstoy’u yeterince tanıyor muyuz?