SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; NE KADAR ÖYKÜ, O KADAR ÖDÜL…

NE KADAR ÖYKÜ, O KADAR ÖDÜL…

M.Sadık Aslankara
(05.10.2023 YAZISIDIR.)

Son yıllarda farklı öykü yarışmalarında üstlendiğim seçici kurul üyelikleri, özellikle öykü sanatı açısından bu yarışmalara farklı açılardan yaklaşabilmeme de fırsat tanıdı diyebilirim. Böylelikle, gerek yayımlanmamış tek ya da dosya olsun gerekse yayımlanmış kitap oylumuyla kabul edilen öyküler olsun, kimi açılardan bakarsak ilk kez bunlar üzerinde düşünmüş oldum.

Daha önceleri kimi yazılarımda yer yer söyleşi havasında bir öyküde, dikkat edilmesi gerekli yanlar üzerinde örneklerle durmuştum, yazarların metne dönük tutumu değil konu. Seçici kurul üyeleriyle de ilgili değil. Doğrudan öykü yarışmaları konusu üzerinden kimi düşüncelerimi paylaşayım istiyorum bu kez.

Türkiye, şu anda dünyanın birkaç öykü cennetinden biri, en azından ben bu kanıdayım. Her yıl yüzlerce öykü kitabı yayımlanıyor. Yayımlanan öykü kitaplarının tamamına yakınının belli bir düzey yansıttığı kanısı taşıyorum. Okuduğum kitaplardan kalkarak bir çıkarsamayla varıyorum bu yargıya, yoksa yayımlananları okumak bir yana bunların tümünü gördüğümü de söyleyemem.

E, peki, Türkiye’de kendi anadilindeki öykülerin bütününü okuyamayan biri, dünyanın öteki dillerindeki öyküleri nasıl okuyacak da ülkenin öykü için bir cennet olduğu savını öne sürecek böyle, derseniz, yanıtım çok yalın.

Ben, bütün zamanlarında kendi dilimde okuyabileceğim ne denli öykü varsa bunların en yüksek sayıda örneğini tutkuyla okuyan bir okur olarak, farklı coğrafyalardan, farklı kültürlerden aktarılan öteki öykü örnekleriyle karşılaştırdığımda bu olgunun çok açık ayırdına vardığımı düşünüyorum. Evet, yargım öznel; siz bunu yanlışlayan yargınızı nesnel olarak getirebiliyorsanız, buyrun, sizi dinlemeye hazırım.

Çok açık, gerçekçi bir durum: Türkçede öykü verimi, öylesine yaygın, bereketli ki, bu olağanüstü, ötesinde düzeyli, nitelikli verim gücü, halk arasında kullanılan “Nazar değmesin,” sözünü anımsatıyor insana ister istemez, gülümseten bir çehreyle.

Bütün bunların yanında hemen eklenmesi gereken, yarışmaya katılan aday öykülerin hep son bir-iki yıl içinde kaleme alınmış ya da yayımlanmış ürünler olduğu gerçeği. Bu durumda yarışmada değerlendirmeye alınan ürünlerin son evrede öne çıkmış, kabul görüp enikonu yaygınlaşmış sanat-yazın eğilimleriyle yönsemelerinin somutlandığı yapıtlar olarak geliyor seçici kurul üyelerinin önüne. Böyle olunca da şekillenip köşelenmiş beğeni anlayışına özgü kanonik bir tutum egemenlik kuruyor ödül için önerilen ya da seçilen yapıtlarda.

Biz öykücülüğümüzde, “öykü”yle “hikâye”yi neredeyse birbirinden ayrılmış iki anlatı türü halinde alma eğilimi sergilerken öykü yarışmalarında bütün öyküler, aynı torbanın içine alınarak değerlendiriliyor. Bu, önemli bir sorun. Oysa öykülerle hikâyeleri farklı yarışmalara yönlendirebilsek, yazarlarda bu eğilimi geliştirebilsek ne iyi olur, diyeceğim, bu kez öyküler hangi, hikâyeler hangi yarışmalara katılsın diye soracaksınız bana.

Yazının başlığına doğru yaklaşıyoruz.

Evet, azımsanmayacak sayıda öykü ödülü varmış gibi görünüyor belki. Ancak bu ödüllerin çok büyük bölümü bir yanıp bir sönen, geçici ya da saman alevi türünde yarışmalar ne yazık ki.

Ülkemizde öykü dalında yazarlarımızın katılabileceği kökleşmiş üç öykü ödülü var: Yunus Nadi, Sait Faik, Haldun Taner. Buna gençlerin katılabildiği Yaşar Nabi Nayır ödülünü de ekleyebiliriz.

Yukarıdaki örneklerde görüldüğünce ailelerle kurumların bu konuda kararlı tutum sürdürmesi zorunlu. Ne ki Sabahattin Ali, Orhan Kemal öykü ödülleri bir türlü kurumlaşıp yerli yerine oturamadı. Aynı şekilde Ömer Seyfettin ödülü de bir türlü kurumsal niteliğe kavuşturulamadı.

Necati Cumalı’nın ardından yenilerde Oktay Akbal öykü ödülü de başladı, göreceğiz. Dil Derneği, Ömer Asım Aksoy adına aileyle işbirliği içinde dönüşümlü öykü ödülü verse de bu da Cevdet Kudret adına verilen dönüşümlü ödüllerde gözlendiğince beklenen etkiyi, belki de işlevi yerine getiremiyor.

Gönül, Memduh Şevket Esendal, Salim Şengil, Hüsamettin Bozok, Ahmet Tevfik Küflü adına da öykü ödülleri konulabileceğini düşünüyor, istiyor hatta. 1970’lerde öykünün yükselişinde Ahmet Tevfik Küflü etkin rol oynamıştı, Bilgi Yayınevi böyle bir ödül koyabilir. Can Yayınlarının bir edebiyat ödülü var ama 2000’lerde öykü patlamasında doğrudan pay sahibi olan Erdal Öz adına ayrıca bir öykü ödülü kurabilir pekâlâ.

Okumalarımdan kalkarak her yıl ödül alabileceğini düşündüğüm öykü kitapları oluyor. Nitekim seçici kurulunda yer aldığım öykü yarışmalarında tek değil birkaç aday birden öneriyorum, öteki seçici kurul üyelerinin bunlardan herhangi birinde birleşmesi halinde bu yazarın/yapıtın ödüllendirilmesine ben de katılabilirim diyerek kendilerine iletiyorum.

Evet öykü ödülleri çoğalmalı, çokmuş gibi görünen öykü yarışmalarındaki bu yanarsönerlik sona ermeli. Her alanda nasıl bir uzmanlaşmaya gidiliyorsa, yarışmalarda da buna benzer yönteme başvurulabilir. Örneğin Yaşar Nabi gençlik ödüllerine otuz yaş üzeri yazarların ürünleri kabul edilmiyor. Biz de öyküleri ayrı hikâyeleri ayrı yarışmalara yönlendirebiliriz pekâlâ, bu daha da geliştirilebilir; örneğin deneysel öyküler de ayrı yarışmaya alınabilir.

O zaman aynı dönem içersinde farklı yapıtlar veren, üzerinde durulmayı hak eden yazarlar karşısında öykü sanatı da dönemin sanatsal-yazınsal eğilimleriyle yönsemelerinin baskısı karşısında başını dik tutacaktır hiç değilse.

Nursel Duruel, “Sait Faik Hikâye Antolojisi (1955-2019) alt başlığıyla hazırladığı İnsanlar İçinde Bir İnsan’da (YKY, 5.Baskı, 2023) “1955’ten 2018’e”, “63 yıllık tarihi boyunca” bu armağanı kazanan 65 kitaptan birer öykü almış. Bunca yılın dönem beğenisi yönsemesine yaslanan öykülere bakıldığında, bugün bunlardan kaçına ödül verilirdi diye sormadan edemiyor insan.

Özet olarak başlığı bir kez daha yineleyelim: Ne kadar öykü o kadar ödül!