SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; O TEK KİTAP İÇİN SEVGİYLE VERİLEN ÖMÜR..

O TEK KİTAP İÇİN SEVGİYLE VERİLEN ÖMÜRDÜR  BAZEN EDEBİYAT,
HİÇBİR KARŞILIK ALINAMASA DA…

M.Sadık Aslankara
(28.09.2023 YAZISIDIR.)

 

Yazınımızın güzel yürekli özden insanlarından, özverili, incelikli emekçilerinden Rauf Mutluay (1925-1995) şöyle demişti bir yazısında:

“Sanırım pek çok kişi ömrünün talihli bir anında çok etkili tek ürünler verebilecek noktaya gelir. Ama edebiyatı yapan birikim, bu anlık başarılar değil ömürlük çabalarla olgunlaştırılan özel yetenekler toplamıdır.” (Rauf Mutluay; Bende Yaşayanlar, İş Kültür, 1977, s. 54)

Hepi topu birkaç sözcük, ama bir araya getirildiğinde ortaya çıkan tümcenin anlamsal derinliği olağanüstü. Ne demek hele şu söz “edebiyatı yapan birikim ömürlük çabalar toplamıdır”, varın, biraz da siz düşünün.

Peki, katılmamak elde mi bu yargıya?

Demek yazar, o en genel hayat içinde kendi payına düşen tüm yaşam dilimini yaptığı işe, yazmaya özgüleyecektir, bu da kişinin kendisine sunulan hayatı, yazın için verip öylece geçmesi demektir bir açıdan. Öteki dalların, türlerin sanatçıları için de geçerli elbette bu.

Kahrederek değil severek, hem uyarınca, tutkuyla taşıyacaksın bu yaşamı hem gerekli yoğunlukla doldurup süreğen taşıma duygusu yansıtarak sevginden, sanatla yüklediğin bu nitel doluluktan ödün vermeyecek, bu yöndeki çalışmalarını, sevgi ortaklığıyla sürdürdüğünü gösteren tutum sergileyeceksin. Diyeceğim, kolay değil bu tür bir yaşam.

Çünkü böylesi ağır konumda bir sorumluluk yükünün altından ancak karşılıksız, özveriye dayalı, içtenlikli bir sevgiyle kalkılabilir.

Sanat yapmaya girişecek insan için tek bir yol görünüyor bu durumda; yazar olarak bu yeni yaşama biçimini özümsemek, bunun dışında hayatın geri kalan bütün yaşam dolantılarında hiçbir çelmeye takılmadan yazarlığa ayrılan yaşamı sevgiyle, gönüllülükle sürdürmek…

O halde ilk kitapmış, tek ya da çok kitapmış, son kitapmış hiç mi hiç fark etmiyor. Fark etmiyor, çünkü siz, kendinizin kitabısınız artık, hani yaşamınızla değiştirmiştiniz ya edebiyatı, bir yaşam verip buna karşı edebiyat almıştınız, işte bunu somutlayan tek cilt kitap olarak saltık anlamda kendinizin alabildiğine özgün yapıtısınız, bunun ağırlığınca değerlisiniz artık. Üstelik hiçbir zaman ne çağınızda ne de çağlar ötesi süreçte bir karşılığı olmasa da bunun.

İşte böylesi ağır, oturaklı bir sevgiden söz ediyoruz.

Memet Fuat, ölümü üzerine kaleme aldığı “Rauf Mutluay” başlıklı yazısında onu şöyle anacaktı, alttan alta bu sevgiyi bize de duyumsatarak:

“Öğretmenliği çok ağır basan bir eleştirmen Rauf Mutluay.” “… Kendini yazın ile okurlar arasında bir köprü olarak görmenin getirdiği sorumluluk. Gönlüne göre değil, kendine yüklediğin göreve göre yazacaksın… Bu büyük bir özveri… / Roman kişilerini ele alan inceleme dizisini tamamlayamadan aramızdan ayrıldı Rauf Mutluay…” “Yıllar önce Bilgi Yayınevi’nin (.) on incelemeyi kitaplaştırma önerisini, Rauf Mutluay, daha ele alacağı başka roman kişileri de olduğunu, hepsini birlikte yayımlamak istediğini söyleyerek kabul etmemiş. Ama ne yazık ki araya giren özverili işler tasarısını gönlünce tamamlamasına olanak vermedi.” (Cumhuriyet, 24.5.1995)

Bir sevgi halesiyle kuşatmamız gereken Rauf Mutluay’ı, ölümü sonrasında Memet Fuat böyle anarken, Melih Cevdet Anday da âdeta bu sevgiyi temellendirmek için çabalarcasına kaleme aldığı yazısında ondan söz etmeden ama Rauf Mutluay’ı anarmış gibisine sanattaki sevgiden kalkıp evrensel sevgi çıkarsamasına gitmenin gerekçesini döşemişti.

Yazı başlığı da ilginçti: “Yoksa Unutuluruz”,

“… Homeros’ten bu yana şiir sanatı sürüp geliyor. Yalnızca ürünleriyle, yapıtlarıyla değil, yarattığı sevgi bağı ile de.

“Bütün şairler (bütün sanatçılar) bu hayranlık bağı içinde yetişmişlerdir; sanatı sürdüren işte bu hayranlık, sevgi bağıdır. (…) Tanıdığım şair arkadaşlardan biri (öleli çok oldu) bana bir gün, / -Bir şair, başka şairi sevemez, demişti. / Demek şiir‘de ortaklık tanımıyor, bireysel bir iştir bu diye düşünüyor, ben kendi güzel‘imi yaratırım diyor… Ne bileyim ben!

“Oysa dünyanın büyük şairleri, sanatçıları içinde, kendinden öncekilere, dahası kimi çağdaşlarına hayran olmayan yoktur. Sanat yaratıcılığı, sanıldığı gibi tek başına gerçekleşen bir iş değildir. / Hangi iş tek başına yaratılabilir ki! / Adını vermediğim o şair arkadaşımın, bugün bir şiirini değil, bir dizesini bile anan yok. / Demek aklı uyarınca tek başına kaldı. Çünkü o şair arkadaşım, sanat süreci içindeki sevgi ögesinin ayırdına varmamıştı; oysa güzellik denilen tümel kavrama sevgisiz varılamazdı, ortak bir kavramdı o. / Tümellerden kurulu bir dünyamız olduğuna göre, aman sevgiyi unutmayalım. / Yoksa unutuluruz.” (Cumhuriyet, 5.12.1995)

Melih Cevdet’in sözünü cımbızlayalım gelin önce; “güzellik denilen tümel kavrama sevgisiz varılamaz.” Sonra bunun yanına Rauf Mutluay’ın, yukarıda aktardığım “edebiyatı yapan birikim ömürlük çabalar toplamıdır,” alıntısını getirelim.

Bu iki özlü deyişi harmanlarsak, bundan nasıl bir özdeyiş çıkarırız dersiniz ortaya? Deneyelim:

“Edebiyatı yapan birikime güzellik denilen tümel kavramla, sevgiyle, ömürlük çabalarla varılabilir.”

Edebiyat dediğimizin bir yanı salt bu, gelip geçici dünyada, başka ne olsun? O tek kitap için sevgiyle verilip geçilen bir ömür, bu kadar.

Kendinin kitabı dışında hiçbir zaman hiçbir şey kalmasa da insana.