“DÜNYA ŞAHESERLERİ ANTOLOJİSİ”…
M.Sadık Aslankara
(17.08.2023 YAZISIDIR.)
“Antoloji”, kullandığım bir sözcük değil, Allah muhafaza, bir an diliniz sürçer “ontoloji” deyiverirsiniz, eh, o zaman yandı gülüm keten helva.
Ben hep “seçki” sözcüğünü kullanıyorum, yazarken de konuşurken de.
Ama “antoloji”yi kullanan da çok. “Dünya Şaheserleri Antolojisi”, Sadri Ertem’in bir öykü başlığı, taa 1930’lardan.
Birkaç hafta önce “Öykü Seçkisi Hazırlamak…” başlıklı yazıyla bu konuya girmiştim, görüyorsunuz, konu çok farklı yerlere uzanma eğilimi sergiliyor. Doğrusu ben de farklı zamanlarda yine konu çevresinde gezinebilirim diye düşünüyorum.
Sadri Ertem’in öyküsünü özetleme gereği duymuyorum, çünkü alıntılayacağım bölüm, anlatıcının öyküdeki konumunu apaçık sergilediği gibi hikâyenin dolantısını da enikonu sezdiriyor. Bu nedenle doğrudan son bölümü alıntılayacağım, onun için de genişçe bir alıntı olacak, okuduğunuzda bunu, öykünün önceki bölümünü merak etmeyeceğinizi umuyorum:
“Ne yapayım, ne işleyim, hayatımı nasıl kazanayım?..
24 saatlik bir açlıktan sonra kafamda bir şimşek çaktı:
– Ben, dedim, yazıcı olacağım.
Arkadaşım bu buluşa güldü:
– Sana kim metelik verir? dedi.
O günden tezi yoktu, aldım elime kalemi, ne kadar adı tanınmış, tanınmamış edip, şair, yazıcı varsa basılı bir mektup gönderdim; mektubu ve zarfları bastırmak için bir matbaacı ile ortak oldum. Zarfların üstüne şöyle bir başlık koydum: ‘Dünya Şaheserleri Antolojisi’. Mektupta yine aynı başlık vardı, kendilerine mektup gönderdiklerimden şunu rica ediyordum:
– Ben bir antoloji yazıyorum. Şimdiye kadar basılmış eserlerinizden birer örnek gönderiniz.
Kısa zamanda on bin üç yüz kitap geldi. Bu on bin kitap dört bin yazıcıya aitti. Bizden dört bin kişinin adını taşıyan bir antoloji yazdım, bunların resimlerinin üstüne Homer’in, Şekspir’in, Hugo’nun da eserlerinden parçalar koydum. Kitabı dört bin bastırdık.
Tabii diyeceksiniz ki, böyle kitabı kim okur. Piyasada kimse tutmaz, piyasası bu kitabın içindeydi. Adı ilk defa bir kitaba geçen en aşağı 3990 kişi vardı.
Bunlar birer tane aldılar. Geri kalanı da meraklılar… Fakat aradan bir ay geçmedi, kitabın ikinci baskısını yapmaya mecbur olduk. Çünkü bizim ‘Dünya Şaheserleri Ansiklopedisi’ boyuna satılıyordu.
Şimdi bin bir bereket versin, elim para tuttu. Yazıcılardan aldığım kitaplarla da bir kütüphane açtım. Haşet’te Akba’da olmayan çeşitler bizim dükkânda var. Gül gibi geçinip gidiyoruz.”
Aklınıza gelir miydi, Sadri Ertem’in öyküsü, bizi, “seçki” olgusundaki tecimsel boyutla yüzleştirecek, hem de günümüzden doksan-yüz yıl önce.
Bugünkü seçkilerin hiçbiri için, hazırlayıcılarına böylesi ağır töhmet yüklemeyi yakıştıramam kendime. Böyle bir niyet taşımak, ne denli ağır bir suçlama olur.
Ne var ki, özellikle son yıllarda, nitelikçe farklı da olsa öyle çok seçki yayımlanıyor ki şaşmamak elde değil. Bunların herhangi sanatsal işlev barındırıp barındırmadığı, nasıl bir amaç doğrultusunda hazırlandıkları konusunda insan belirsizlikler yaşarken kimi kaygıları da köpürtmüyor değil.
Yirmi yıl kadar önce öykü seçkilerini konu edinir, bunlar üzerine yazardım da, ne var ki uzunca sayılabilecek bir süredir seçkileri konu edinen yazı kaleme almaz oldum, çünkü bunların herhangi ayırıcı yanı olduğu, özellik taşıdığı düşüncesinden gitgide uzaklaşıyorum, bunu apaçık söyleyebiliyorum bugün bu yazıda.
Böyle bir tutumu savunuyor değilim, savunamam da. Nitekim üzerinde durulmayı hak eden kim bilir nice seçki de gözden kaçırılmış, ötesinde bunlara sırt dönülmüş, bu seçkiler sessizlikle karşılanıp görmezden gelinmiş oluyor ki, bu da doğru değil.
Elbette “seçki”ler, kaçınılamaz biçimde hep olacak yaşamımızda, farklı dallarda, türlerde bunlara sürekli gereksinim duyacağız üstelik, kaldı ki bunlar işlevsel yararlarıyla ilgi alanlarımıza gireceği, onlardan bu yönde yararlanacağımız için hep yanı başımızda olacak yaşamımızda.
Yeter ki hazırlanan, hazırlanacak olan seçkiler için sağlıklı, nesnel ölçütler belirlenebilsin. Buna dönük ilkeler belirlenirken sözgelimi hiçbir seçkinin orta malı olmaması, enflasyona uğrayıp yerlerde sürünmemesi, kalp para havasında değersizleşmemesi konusunda gerekli özen gösterilebilsin.
Hep aransın, başvuru kaynağı niteliği taşısın. Böyle olduğunda uzun bir ömür de sürdürecektir seçki. Seçkiyi hazırlayan da mutlu olacaktır bundan, seçkide yer alan yazarlar ya da ürünler de kendi değerlerini bulacaktır, az şey mi bu, buna kim sevinmez?
O halde bir seçki, duyulan bir gereksinimi karşılıyor olmalıdır. Böylesi bir gereksinime karşılık vermesi öngörüldüğü için de aranırlık niteliği taşıyacaktır aynı zamanda. Bu bile başlı başına önemli bir ölçüt seçki için.
Seçkiyi ille bizim hazırlamamız gerekmez. Bir başkasının hazırladığı seçki de olsa, önemli olan bunun öykücülüğümüzün saygın bir seçkisi olarak yer alması alanda. Başkası da hazırlasa ölçüt değişmeyeceği için, bu bizi de mutlandıracaktır sonuçta.
Sözgelimi gelin haftaya konuyu, Sait Faik’in “Öykü Seçkisi”yle sürdürelim, ne dersiniz?