SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; ÖYKÜ SEÇKİLERİ ÜZERNE GELİŞİGÜZEL DÜŞÜNCELER…

ÖYKÜ SEÇKİLERİ ÜZERİNE  GELİŞİGÜZEL DÜŞÜNCELER…

M.Sadık Aslankara
(20.07.2023 YAZISIDIR.)

1990 Kuşağı öykücüleriyle yaşanan son büyük yükselişte, ama daha çok 2000’ler eşliğindeki günlerde öykücülüğümüzde neredeyse alışkanlığa dönüşen önemli bir eylem biçimi olarak yayımlanan öykü seçkileri üzerinde durmak, bunun çevresinde düşünmekte yarar var kanımca. Çünkü farklı konularda çok geniş bir yelpazeye dağılmış öyle çeşitli öykü seçkileri yayımlanıyor ki, insan bunlarla karşılaştığında şaşırmadan edemiyor doğrusu.

Nitekim son yıllarda bana ulaştırılan veya gözüme ilişen öyle öykü seçkileri oldu ki, bunları okuyup üzerinde durmayı bir yana bırakalım görmemle birlikte ister istemez kimi sorular, sorunlar hücum ediyor zihnime.

Bu arada Zeyyat Selimoğlu’nun Karaya Vurdu Deniz (Eksik Parça, 2017) adlı öykü kitabı için bir sunuş kaleme alan Murat Yalçın’ın şu satırları da bu konuda beni tetikledi diyebilirim:

“Zeyyat Selimoğlu’nu daha lise yıllarında keşfetmiştim.” “Neredeyse yirmi beş yıl sonra okuduğum üçüncü kitabı Karaya Vurdu Deniz…” “Kitabı ikinci kez okuyuşumda bunlardan üçü öne çıktı…”

Murat, kitapta yer alan on üç öyküden üçünün, kendisi için öne çıktığını, böylelikle Zeyyat Selimoğlu’nun bu öykülerini ötekilerden ayırıp öne çektiğini, ama sonuçta aslında sanal bir seçki oluşturduğunu söylüyor.  

Murat Yalçın’ın yaklaşımı doğru kuşkusuz, açıklamadığı için bilemediğimiz haklı gerekçeleri de olacaktır. Kaldı ki salt öykü seçkisi değil her türde seçkinin, bir seçme, ayırma, eleştirme işlemi gerektireceği öngörülmek zorunda değil midir doğal olarak, işin başında bunun düşünülmemesi olası mı?

Sait Faik seçkisi yaparsınız, bu sizin bakışınızı yansıtır. Böyle yapılmış seçki örneklerine söz edip ahkâm kesmeye kimin ne hakkı olabilir? Haa, buna dönük eleştiri getirilmez değil, getirilir. Ancak seçkiye dönük eleştiri, yönteme değgin olabilir, yoksa seçkiyi yapan kişinin estetik bakış açısına tek laf edilemez çünkü sonuçta bir başka yazarın da öykücülüğü söz konusudur orada.

Benim sözünü etmek istediğim bu tür seçkiler değil. Murat Yalçın’ın bu satırları beni böyle bir yazı için kalem oynatmaya tetiklemiş olsun, o kadar.

Zaten bugün kimi öykücülerimizden yapılan seçkilerin benzerlerine geçmişte de rastlıyoruz. Özellikle yıl içinde dergilerde yayımlanmış öykülerden yapılan seçkiler için Varlık’ın, Yeditepe’nin özellikle 1950’lerde, 60’larda yayımladığı örnekler anımsanabilir ilk ağızda.

Öykücülüğümüzün bütün yazarlarını içine alan, okur yaş grupları gözetilerek, örnekse çocuklar-gençler-yetişkinler için hazırlanmış seçkiler yine bu türde gerçekleştirilen seçkiler olarak ayrı bir küme bağlamında alınabilir.

Ama bu ya da buna benzer örnekler dışında kalan öykü seçkileri de var, beni düşündüren bunlar. Özellikle kimi tematik başlıklar altında, daha önce kimi yazarlarımızın yayımlanmış öykülerinden değil, basbayağı sipariş verilerek ya da özel istek sonucu kaleme alındığı anlaşılan, seçki yapanın büyük olasılıkla vasat bir yuvarlamayla derleyip toparladığı, bu doğrultuda özet olarak hatta zorlamayla bir araya getirildiği kuşkusu bile uyandıran örneklere ne diyeceğiz?

Bu tür öykü seçkilerinin yukarıda değindiğim seçkilerde gözlenebilen somut gerekçelere yaslandığı, bunu kanıtladığı öne sürülebilir mi?

Oysa ister kavram ister terim isterse sözcük olarak alınsın “seçki”, adı üzerinde seçme eylemini içeriyor kaçınılmaz biçimde. Yukarıda bunun ciddiye alındığı örneklere yer vermesek de değinmiş olduk uzak da kalsak. Ama “proje” temelinde yapılıvermiş havasında, bizdeki müteahhitlerin derme çatma işlerine benzer şıpın işi yaklaşımla seçki yayımlamak öykücülüğümüzün süreğeni eylem bağlamında alınabilir mi?

Bu türden seçki benzeri ürünlerle karşılaştığımda ya da bunun kuşkusunu duyduğumda şu tür sorular üretip yöneltmekten alamıyorum doğrusu kendimi, su yüzüne çıktığına göre genel anlamda öykü seçkileri karşısında yaşadığım tedirginlik: Böyle bir öykü seçkisine duyulan gereksinim nereden kaynaklanıyor, bunun öykü sanatına duyulan ilgiden beslendiği ne ölçüde öne sürülebilir?

Sorular pekâlâ uzatılabilir.

Burada bir ayraç açarak, zaman zaman ben de baştan bu biçimde tasarlanmış, sipariş verilmiş öykü seçkileri için kimi öyküler kaleme aldığımı itiraf edebilirim. Günah keçisi gösteriyor değilim çünkü, varsa bir günah, kendimi de bunun öznesi bağlamında aldığımı söylemekten kaçınacak değilim. Konumuz günahı ortaklığı değil öykü sanatımıza, hele de aramızda olmayan öykücülerimize karşı yapılan günahın kendisi.

Görsel, işitsel, metinsel gündelik iletişim araçları, bir biçimde bunları anımsatan, birer öykü seçkisiymiş havası yayan “memleket hikâyesi”, “yaşanmış hikâyeler” vb. üst başlıklar altında çeşitli hikâyeler yayımlayabilir.

Hikâyelere düşkün bir toplum yapımız var, meraklıyız da, ayrıca pek çok kesimden azımsanmayacak sayıda insanın, yaşanmışlık temelinde olay örgüsüne dayalı hikâyeler kurarak öykü yazdığını biliyoruz, bu metinlerin büyük bölümü, öykü sanatının birebir örneği bağlamında alınmayacak olsa da.

Ama bizim, tiyatromuzda olduğu gibi öykü sanatımızda da yuvarlamayla en azından yüz elli yıllık bir geçmişimiz var. Öykü sanatımıza değgin bugün ortaya çıkmış olan birikim, bu tür öykü seçkilerini hak ediyor mu, bunu sormalıyız kendimize. Öykücülüğümüz içine katılabilecek birer kaynakçaya dönüşebiliyor mu yayımlanan seçkiler?

Böylesi sorulardan kaçınmamalıyız, eğer kendimizi bir öykücü olarak algılıyor, bunun gereklerini yerine getirdiğimizi düşünüyor, savunuyorsak, öykü seçkileri konusunda da adımlarımızı buna göre atmalıyız.

Öykü sanatımız, öykücülüğümüz, öykücülerimiz bize bakıyor çünkü.