SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; YAZARIN İNOVASYON SAVAŞIMI;

YAZARIN İNOVASYON SAVAŞIMI…

M.Sadık Aslankara
(18.3.2021 YAZISIDIR.)

“Sayfa Yazıları”nı çok önceden tasarlıyor, göz atacağım kaynakçaları bu yönde belirleyip notlarımı alıyorum, üstelik bunlar, genelde benim için daha önceden kesinlediğim bir büyük resmin parçalarını oluşturduğu için her bölüm, bölümce, bunun birer krokisi halinde resimdeki yerine en azından düşünsel notlarıyla birlikte eksiksiz, kolayca yerleşiyor.

Kanımca yalnız yazarların değil sanat alanındaki her verimleyici öznenin kendi dalını ilgilendiren başlıklarda bu karmaşık sorunsalı içselleştirip dizgesel açıdan teknolojiyle ilişkileniş konusunu ele alması, ötesinde buna dönük üretilecek düşünceyle felsefesel temelde bilişsel bilgi ve bu bilginin etik değeri bağlamında bir genel vargı üretmesi gerekiyor. Bu yolda taşları döşeyip alana katkı koymaya çabalamanın bütün sanatçılar için ayrıca bir zorunluluk sayılması gerektiği de göz ardı edilmemeli elbette. Böylece bu bağlamdaki yazılarımla aslında kendi payıma üzerime düşen sorumluluğu yerine getirmek anlamında bunun gereği olarak adım attığımın da bilinmesini isterim doğrusu.

Bu girişin ardından gerek yazılarımın akışını gerekse bu yöndeki notlarımı çok önceden belirleyip akan zaman içinde bunları sıralayıp düzene koyduğumu söyleyebilirim pekâlâ.

Özellikle baş döndürücü hızla gelişen teknoloji karşısında yaratıcılığın bundan nasıl etkilenebileceği üzerine herkes kendi çapında bir düşünce gevişi getirebilmeli, “üfürme” de olsa bu yönde uçkunlar savurup öne sürüşler eşliğinde zihnimizi sarsabilmeli. Sözgelimi herkes kendi alanına yönelik âdeta bir tür küçük fantastik edebiyat örneği üretebilmeli. Bu kanonik söylem üretimi, rasyonel bir dayanak oluşturabilir sanat ortamları için. E-kitaptan, çevrimiçine, sanal yayıncılığa, alabildiğine geniş bir alana uzanabilir çözüm arayışı.

Bu haftaki “Sayfa Yazısı” için masama geçtiğimde rastlantıyla Yazgülü Aldoğan’ın haber yazısıyla karşılaştım. Aldoğan, “Yapay Sanatçı Henüz Yok” başlıklı yazısında, “Yapay zekâ ve robotlar, teknolojide çığır açarken yaratıcılık isteyen sanatta çok başarılı değil,” vurgusu getirip şu ayrıntıları paylaşıyor:

“…Wikipedia’nın 23 katı daha fazla bilgiye sahip bir yapay zekânın Şekspir’in duygularıyla şiir bile yazabileceğini söylesem?” “Peki, yapay beyin resim yapabiliyor mu? Bence yapabilir” (…) Ama yeni, orijinal bir resim yapabilir mi? Henüz değil.” “Sanat konusunda şöyle bir sıkıntı var, iyi ki de var: Makineler yüklenen verileri birleştirip yeni bilgiler yaratabiliyor ama henüz beyin kadar mükemmel bir program yok.” (Cumhuriyet, 17.3.2021)

Sözü edebiyattan, yazardan açarak girdik, öyleyse Aldoğan’ın sözlerini bir kenara not edip sürdürelim konuyu.

“Yazı” deyince, kaya, kil tablet, deri, papirüs, parşömen, kâğıt vb. oturtulduğu nesne üzerinde bir metin, özel harflerle işlenmiş, okunabilirliği olan, ancak bu özel harfler okunduğunda algılanan bir söz-anlatı bütünü. “Edebi metin” dediğimiz bu. Edebi sanatların temelinde işte bu “metin”, yani “yazı” var. Yazı olmadan bir edebi sanattan söz etmek olanaksız çünkü.

Ama edebi sanatların yanında plastik sanatlar, görsel sanatlar, sahne sanatları, müzik sanatları, dramatik sanatlar vb. sanatlar da söz konusu. Ancak bunların hiçbiri sanat nesnesinde yazıyı bir zorunluluk bağlamında kullanmıyor.

Yontudan operaya, tiyatrodan mimariye, fotoğraftan müziğe, baleden sinemaya hiçbir sanat dalında alımlayıcı özne bir yazıyla karşı karşıya gelmiyor bu süreçte. Dünyanın neresinde, hangi ulus, halk veya kültür tarafından hangi dilde üretilmiş olursa olsun, her insan, üretilen bu sanat yapıtını, anlamasa da hiç kopmadan seyredebilir, izleyebilir, dinleyebilir, sonuçta konuşulan dili anlamasa bile yapıtı alımlayabilir.

Ne var ki edebi sanatlar, edebi metin yani yazı, alımlayıcıdan bunu okuma becerisi istiyor her koşulda. Oysa gerek farklı yazı biçimleri gerekse dil grupları, bu yazılarda, dillerde üretilmiş edebi yapıtları, kendisine bağımlı kılıyor.

Günümüzde bilişim teknolojilerine dayalı halde, herhangi özne için her yazı okunabilirlik, her dil konuşulabilirlik kazandığına göre, sorunun çözümü yakındır denilebilir belki karar verilirken, ancak işin düz hesapla kolayca çetrefillikten kurtulacağı düşünülmemeli yine de. Bu önemli sorun, bilişim temelli çipler aracılığıyla süreç içinde tamamen ortadan kalkacaktır diyelim, ama bu, sorunun varlığını ne ölçüde kaldırabilir? Verimleyici yazarla alımlayıcı okur arasında gerçekten bir ilişki dengesi kurulabilir mi?

Yazgülü Aldoğan, haber yazısının bir yerinde, yapay zekâ karşısında insan beyninin yaratıcılık açısından daha olanaklı olduğunu vurgulayıp “sanat, duygu ve yaratıcılık gerektiriyor” demekten alamıyor kendisini.

Buna göre karşımızda iki temel yapı üzerinde yükselen iki farklı yazar karakteri var demektir: 1. Yaratıcı insan aklının yazarlığı, 2. Yapay zekânın yazarlığı.

Sanatın yaratıcı akılla üretildiği biliniyor. Bu nedenle “duygu”yu bir yana bırakıp “yaratıcı akıl” üzerinden konuyu geliştirmeye çalışalım biz.

Artık bilinen bir olgu, yazarlıkta bir düzey yakalayabilmenin biricik yolu, “yaratıcı”lıktan geçiyor. Teknolojik açıdan önemli bir terim olarak “inovasyon” kullanılabilir bu noktada.

Özel bağlamdaki kullanımıyla inovasyon savaşımı, bir yazarı yapay zekânın kuşatmasına karşı ne ölçüde kurtarabilir?

Yazarın tek dayanağı kendi beyni yine de. Teknolojide bilişim alanındaki gelişmeler, yazarı bir büyük kuşatmayla çepeçevre sararken yazarın tek güvencesi yaratıcılığı, bunun için tek kaynaksa beyni, zihinsel çalışması, disiplini, yeteneği…

Ta ilkçağlardan bu yana, “Söz uçar yazı kalır,” denir ya hani, oysa yazı da buharlaşıyor artık.

O halde ne yapılmalı?

Konuyu buradan sürdüreceğim.