SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; YAZARIN SUÇU, YAPITIN SUÇSUZLUĞU;

YAZARIN SUÇU, YAPITIN SUÇSUZLUĞU…

M.Sadık Aslankara
(24.12.2020 YAZISIDIR.)

Orhan Asena’nın bir oyunu var: Fadik Kız.

Asena, metninde müzîc (taciz eden), mütecaviz (tecavüz eden) bir avukata yer verdiği için azımsanmayacak sayıda avukat, oyunun sahnelendiği 1960 sonlarında Fadik Kız’ı protesto etmiş, hiçbir avukatın böyle davranmayacağını öne sürerek Asena’ya ders vermeye girişmişti. Hatta olay basına da yansımış, geniş yankı uyandırmıştı o günlerde.

Şimdilerde “taciz eden”e “tacizci”, “tecavüz eden”e “tecavüzcü” deniyor, sözcükler böylelikle hem Türkçeleştiriliyor, hem de söylem bir biçimde alabildiğine somutlaştırılıyor.

Avukat tacizci, tecavüzcü olmaz mı?

Örneğin “hacı hoca takımı” deyişi var dilimizde. Bu söyleyiş, söz konusu mesleklerin uygunsuzları için dile getiriliyor.

Hacı, hoca tacizci, tecavüzcü olmaz mı?

Polis, asker tacizci, tecavüzcü olmaz mı?

Hele siyasetçi? Bir biçimde elinde erk bulunan, bir erkin kullanımında, yönetiminde rolü olan kişi tacizci, tecavüzcü olmaz mı?

Öğretmen, öğrenci tacizci, tecavüzcü olmaz mı?

Bilimci, düşüncü (filozof), sanatçı tacizci, tecavüzcü olmaz mı?

Olmaz olur mu, elbet olur. Bal gibi, buz gibi tacizci, tecavüzcü olabilir. Olmakla da kalmaz, ötesine bile geçer.

Gelelim yazına (edebiyata), “yazar” dediğimiz kişiye…

Soralım kendimize:

Katil yazar var mı? Var. Tecavüzcü yazar var mı? Var. Tacizci yazar var mı? Var. Hırsız yazar var mı? Var. Dolandırıcı yazar var mı? Var. Bu kadar da değil, daha neler neler var.

Ne denli suç varsa, bunlardan herhangi birini işlemiş, birine bulaşmış herhangi yazarla karşılaşabilirsiniz. Biraz daha ileri gederek söyleyeyim; bunun örneklerini hem bizden hem dünya edebiyatından gösterebilirsiniz kolayca.

Diyeceğim, yasaların suç saydığı ne varsa, kendinize bunu dayanak alıp suçlayabileceğiniz en az bir yazarı adı sanıyla anabilirsiniz pekâlâ, kuşkunuz olmasın bundan.

Her meslek için geçerli bu. Ne var ki ben sözü, buradan alıp başka yere taşıyacağım. Sapla samanın karıştırılması olasılığının yüksek olduğu böyle bir zamanlama kimileri için uygun sayılmayabilse de…

Soru şu:

Yazarın, ortada duraduran yapıtı için ne söyleyeceğiz?

Başa dönüp farklı bakış açısından kalkıp bu yönde yeni adımlarla yeni bir düşünce dizisi geliştirelim öyleyse.

İşe, yapıttan başlayalım bu kez.

Ta ilkçağlardan bu yana yapıtların da suçlanıp yasaklandığı biliniyor, ama bu yasakların hiçbiri, yapıtın üzerinde kalmıyor yine de. Bizim gibi yasakçı toplumlarda bile artık bu anlayış görece çözüldü, dağıldı, yıkıldı diyebiliriz.

Yapıtlar ortada öylece dimdik duruyor ancak bunların yazarları, kesinleşmiş suçları varsa eğer bunu bütün zamanlarda sırtlarında taşıyor. Diyeceğim suç, yazar öznenin suçu, yapıtın değil.

Yazınsal yapıt, bir “arayüz”dür. Yapıt, suçlu yazarca verimlenmiş olsa da suçtan arınık yapıdadır. Kaldı ki suçlu yazar, suçu işledikten sonra da kaleme alsa, yapıt yine suçsuzdur, suçlu olan yazarın kendisidir.

Çünkü hiçbir yapıt suç üretmez, suç, insana özgüdür, suçun üreticisi de insandır bu nedenle.

Yapıtın bu konumunu “arayüz” olarak nitelemem boşuna değil. Öyle bir “arayüz”e sahiptir ki yapıt, aslında yazar onu verimledikten sonra yaşamaya başlamış, her bir okurla yeniden, üstelik farklı biçimde yaşamını sürdürmeye koyulmuştur. Yani yapıt, tek bir “yüz” değil, “arayüz”dür olsa olsa, herkes ondan kendine göre farklı boyutta, derinlikte “yüz” biçebilir kendisine. İsterse suç üretebilir, suçlardan suç beğenebilir kendisine, isterse nedamet getirebilir, tövbekâr da olabilir.

Değil mi ki yayımlanmıştır yani doğmuştur, artık yapıt yazarın değil, okurundur sonrasında.

Hiçbir yapıt, okur elinden alınamaz! Çünkü hiç kimsenin gücü yetmez buna. Yazarın da…