YAZIN SANATI DA LİYAKAT ARIYOR…
M.Sadık Aslankara
(26.11.2020 YAZISIDIR.)
F.Ülke Aren, Gülderen Bilgili, Dost Körpe, Gül Abus Semerci, Zeynep Ankara…
Yukarıda sıraladığım adlar farklı zaman eşiklerinde, ama yine de son kırk yıl içinde öyküde öne çıkıp kendilerinden, öykücülüklerinden söz ettirmiş imzalar. Ne var ki sonradan öykücülüğümüzle bağlarını gitgide zayıflatıp görece neredeyse anımsanmaz olmuş yazarlar.
Gerçi kimileri öyküyle çıksalar da yola, sanatın başka dallarına eğilim göstermiş izlenimi bırakmıyor değil doğrusu. Sözgelimi Dost Körpe, 1990 Kuşağı öykü yazarlarının önünde görünüyordu, sonradan sonraya çekildi gitti bu alandan. Oysa kuşaktaşı sayabileceğimiz Ayfer Tunç, Sema Kaygusuz, Murat Gülsoy, Murat Yalçın, Faruk Duman, Yekta Kopan bu kuşakta anılan öykücüler arasında önemli bir yere sahipti, hâlâ öyle. Ama Dost Körpe nicedir onlardan koptuğu görüntüsü veriyor.
Dost, diyelim çeviriye yoğunlaştı, çeviri yazınının önemli imzaları arasına katıldı, tamam, ama Yekta de medya dünyasıyla içlidışlı, ne ki öyküden kopmuş değil.
Ya Gül’e ne demeli? Öyküde dikine bir çıkış yapmıştı, arkası gelmedi, sinemayla, televizyonla, dizilerle sürdürüyor ilişkisini, ama öyküde göremiyoruz artık kendisini. Gül, öyküden ağır ağır çekilip bir başka sanat alanı olarak genel anlamda sinemada yoğunlaşırken sinemayla ilişkisi yanında öykücülüğünü de büyük bağlılıkla sürdüren, farklı alanlardaki inadıyla Nilüfer Açıkalın’a hayranlık duymamak, onu takdir etmemek elde mi?
Ayşe Kilimci’yi de örnekleyebiliriz bu adların yanında. Ayşe de edebiyat dünyamıza öyküyle girdi, sonradan çocuk yazınına yönelip çocuk edebiyatının da önemli adları arasına katıldı, ancak öyküden hiçbir zaman kopmadı.
Başka alanlara yönelseler bile geçmişte öyküyü hiçbir zaman terk etmeyen yazarlar da az değil edebiyatımızda. Bunların arasında özellikle Cemil Kavukçu’yu bir başka açıdan da örnek göstermek isterim doğrusu.
Günümüz öykücülüğünün öncü adlarından Cemil Kavukçu, ilk öykü kitaplarını yayımlarken, hemen hiç dikkati çekmemişti denebilir. Nitekim bu ilgisizlik o düzeye geldi ki, Cemil küstü, alanla bağlarını kopardı âdeta. Aradan uzunca bir süre geçtikten sonra Fethi Naci’nin de özellikle el vermesiyle alandaki üretimine döndü yeniden, öykücülüğümüzün vazgeçilmez adlarından biri olmayı başardı süreç içinde.
F.Ülke Aren, Gülderen Bilgili, Zeynep Ankara için de öne sürülebilir bu tür yaklaşımlar. Kaldı ki pek çoğu hem de bu alanda ödüllü yazarlar üstelik.
Yukarıdan bu yana sıraladığım örnekler, öykücülüğümüz özelinden kalkarak edebiyatın da liyakat gerektirdiğini gösteriyor. Bunda bağıntı ölçüsünü şöyle koymak olanaklı geliyor bana. Genelde öykücülüğümüzde anımsanan adlar, bunu geçmişten günümüze, baştan sona sürdürenler hep.
Öyleyse bir yazarın, diyelim öykücü olarak adının anılabilmesi için ömür yelpazesinin bu türle bağını koruduğunu göstermesi bekleniyor kendisinden, denebilir.
“Liyakat” denildiğinde de zaten bütün bunları özetleyen bir tutum, kavrayış, değer anlaşılıyor, böylesine bir erdemliliğin, ahlaklılığın altını çizmek demek oluyor özetle liyakat.
Yazarın değeri de zaten, yazdıkları kadar bu alana karşı gösterdiği liyakatte çıkıyor ortaya.
Konuyu bu noktadan sürdüreceğim.