SAYFA YAZISI M.S.Aslankara; YAZINDA ‘ATOM KARINCA’ OLMAK NE DEMEK

YAZINDA “ATOM KARINCA” OLMAK NE DEMEK?

M.Sadık Aslankara
(19.8.2021 YAZISIDIR.)

Pek çok kişiden duymuşumdur; “atom karınca” olduğumu söylerler.

Ama iki yazar, Mucize Özünal, Halil İbrahim Özcan, telefonda ya da yüz yüze, ne zaman görüşsek, her seferinde yazınımızın “atom karınca”sı olduğumu bir kez daha yeniden vurgular heyecanla.

Şu “atom karınca” söylemi üzerinde duralım biraz.

Bu deyişin, yaygın biçimde Asım Bezirci için kullanılıp söylendiğini, ona yakıştırıldığını biliyorum. Yazınımızın dürüst, cefakâr, vefakâr emekçisi, “nesnel eleştiri”nin kavramca kullanımında öncülük yapıp terimin yazın kamuoyunda yaygınlaşmasını sağlayan, ötesinde bu kavrayışın öncü eleştirmeni gösterilen Asım Bezirci, yaşamı boyunca neredeyse hep bir “atom karınca” olarak anıldı. Kısa boyu, durmaksızın çalışan kıpır kıpır yanıyla Asım Bezirci, bu yüzden “atom karınca” olarak anıldı, sonraları da onun sırtında kaldı.

Bana yakıştırılıyorsa eğer deyiş, arkasında Asım Bezirci’yle aramızda kurulacak bu türden fiziksel özelliklerde gözlenebilecek örtüşmeden kaynaklandığı çok açık bunun.

Özetle bizi birbirimize yakıştıran demek oluyor ki boysuz ensiz yapımız, dursuz duraksız çalışkanlığımız; işin özeti bu, bu kadar işte.

Oysa bu özellikler, Asım Bezirci’nin ya da benim yaptığımız işin özüne değgin bir serim getirmiyor, sıradan ilineksel veri bunlar yalnızca, o kadar.

Eleştiri yazınımızı kimin ne kadar bildiğini görüyoruz, bu alanda dersini kimin ne denli bildiği, metinleri ya da verimleri üzerinden ortaya çıkabiliyor kolayca. Çocuk gibi yalanını saklamaya kalkmanın anlamı yok.

Özellikle genç yazarlarla yazınımızdaki yeni adlar için söylemiş olayım, Notos’u, kendilerini gösterebilecekleri vitrin olarak almasalar Semih Gümüş’ü de umursamayabilirler. Hal böyleyken kaldı ki Nurullah Ataç’ı, Cevdet Kudret’i, Sabahattin Ebuyoğlu’yu, Fethi Naci’yi, Asım Bezirci’yi, Hüseyin Cöntürk’ü, Adnan Benk’i, Füsun Akatlı’yı vb. tanımış olsun bu insanlar.

Demek, adlarını andığım insanların, ilineksel özellikleriyle öne alındıkları gerçeğiyle yüz yüze geliyoruz.

Sözgelimi Nurullah Ataç, şairler için zar atmasıyla, Fethi Naci, rakı keyfiyle, Asım Bezirci de atom karıncalığıyla öne çıkarılıyor görece.

Oysa değerlendirmenin, bu insanların ilineksel özellikleriyle değil nitel yanlarıyla alınması zorunlu.

Bunun da ölçüsü var. Nedir? Atıf.

“Atıf”, yalnız bilimsel çalışmalar için kabul edilen ölçüt olarak düşünülmemeli. Sözgelimi eleştiri, deneme ya da herhangi öne sürüş getiren düz yazınsal metinler de aldıkları atıf sayısıyla değer bulur. Çünkü bu düşünceler, yapılacak atıflar aracılığıyla yerleşecekleri nirengilerle belirginleşir.

Yoksa “atom karınca” diyerek ne Asım Bezirci’yi övmüş olursunuz ne de beni.

Asım Bezirci bilmiyor muydu nasıl çalışkan biri olduğunu, işini, edebiyatı, alevler, dumanlar arasında kalsa bile aşkla, tutkuyla yapmayı inatla sürdüreceğini, ölümü pahasına her türlü engele göğüs gereceğini?

Ben bilmiyor muyum nasıl çalışkan biri olduğumu, günlerimin pek çoğunda, ülkemin en doğusundaki müezzin bile henüz sabah ezanı okumaya kalkmadan kahvemi alıp masama geçtiğimi, körelmiş gözle ama berrak zihinle okuyup yazmalara koyulduğumu?

Bir yazarın çalışkanlığının ölçütü metinleridir. Hiç kimsenin ama hiç kimsenin Stefan Zweig’ın, Italo Calvino’nun, Umberto Eco’nun, Asım Bezirci’nin, Fethi Naci’nin, Füsun Akatlı’nın çalışkanlığını vurgulaması, zerrece önem taşımaz, çalışkanlarsa çalışkanlıklarını parlak öne sürüşlerine, tembelseler tembelliklerini ders bilmezliklerine bakarak şıp diye anlar, bunu okuduğumuz metinlerde sere serpe görürüz zaten.

Bu yüzden şunu da ekleyeyim şuracıkta, “atom karınca” diye anmanız gerekmez beni; kaldı ki yüzüme karşı veya ardımdan çalışkanlığımı övmek, buna vurgu yapmak hiçbir anlam üretmez, çünkü nasıl çalışkan biri olduğumun ayırdına varılmamışsa, son elli yılda kaleme getirdiğim birkaç bin yazı bunu apaçık ortaya koyacaktır.

Ha, peki bu yazılara “atıf” var mı, varsa kimler tarafından yapılmış, sayısı kaç?

İşin inceldiği yer burası.

Çalışırsınız da sözgelimi, boşadır yaptığınız çalışma, boşa gitmiş bir emek dağı halinde önünüzde boş çuval misali yığılır kalır.

Bilimde, düşüncede olduğu gibi sanatta da ölçü bu şekilde belirlenebilir pekâlâ. Ancak atıf derken, bunların da yaratıcı, bütünleyici, geliştirici temelde yapılmış, bununla edebiyatta ciddi bir öne sürüşün desteklenmiş ya da pekiştirilmiş olmasını beklemek gerekiyor.

Bu çerçevede Asım Bezirci, Fethi Naci, Füsun Akatlı, kimlerden ne ölçüde atıf almıştır?

Aynı şekilde M.Sadık Aslankara, bugüne dek başkalarının “eleştiri” bağlamında kabul ettiği metinlerine kaç atıf almıştır?

Eleştiri kavramını, tırnak içinde alışım boşuna değil. Öyle ya, soru ortada; ben, eleştirmen miyim? Yukarıda sıraladığım bizden adlar arasında, eleştirmen olarak benim de anılmam gerekiyor mu, bu doğru mu?

Elli yıl önce 1973-75 arasında sürekli yazarları arasına katıldığım Yansıma dergisindeki ilk yazım, işin cilvesi, ilginçtir “nesnel eleştiri” başlığını taşıyordu.

Onca zaman aktı üzerinden. Ne var ki bugüne dek öykü, roman, oyun olmak üzere, azımsanmayacak sayıda kurmaca kitap yayımladım da binlerce yazıdan kalkarak bunları temele alan tek kitap yayımlamadım.

Yayımladığım bunca yazının, hiç mi değeri yoktu peki?