SAYFA YAZISI: SANAT; TEKNEDE HAMUR, FIRINDA SOMUN…

SANAT; TEKNEDE HAMUR, FIRINDA SOMUN…

M.Sadık Aslankara
(28.12.2023 YAZISIDIR.)

Fırın tepsisi hazır edildiğinde bekletilir mi? Aynı durum hamur teknesi için de geçerli. Mayalanma süreci tamamlanıp da pişirmeye hazır hale geldiğinde hamur, bunun bir an önce fırına verilmesi gerekmez mi?

Teknedeki hamuru, gereken sürede işlemez, hamura dönük işlemenizi ya da tasarımınızı yine gereken sürede tepsiyle veya başka yolla fırına vermezseniz, bu eyleminizde kayıp, kayıplar yaşanması olası değil midir?

Bunu, sanat için de öngörmek olası kuşkusuz.

Ancak üretim sürecinde yaşanabilecek yüksek ısının boşuna harcanıp tüketilmemesi için bu enerjinin boşaltılmaması gerekir. Çünkü bu doğrultudaki ısı, zaten zamanla düşecek, aranızdaki bağ gevşeyecektir.

Böyle bir girişin ardından, olgu ya da durum, demir tavında dövülür, diyerek de özetlenebilir pekâlâ.

Ancak bunu söylerken mayalanma sürecinin bütün gerekirlikleriyle eksiksiz tamamlanmış olması zorunlu. Ne erken ne de geç; bunun dışında gerek mayalanma gerek fırına sürme eylemi eğer bu gerekirlikler yerine getirilmeden uygulanırsa, sonuçta yapıt fırından gönyesi bozuk, şakuli kaymış, şirazesi dağılmış halde çıkabilir.

Bu, sanatçının moral olarak çökmesine, düşmesine, hatta geçici de olsa artık neyse alanı, bir süreliğine buradan kopmasına da yol açabilir ayrıca.

Ali Sirmen’in bir yazısından (Cumhuriyet, 24.12.2023) okuduğum satırlar, yılın bu son haftasında, doğrusu ya, böyle bir yazı kaleme almanın iyi geleceğini düşündürdü bana.

Nadir Nadi’nin Dostum Mozart (1985) adlı yapıtının yazılış serüvenine odaklandığı yazısının bir yerinde Ali Sirmen onun, döneminde saygın yeri olan bir hocadan keman dersleri almaya başladığını yazıyor. Henüz lise çağındaki Nadi, Mozart’a hayran olmuştur. Mozart’la dostluk kurduğunu, kemana yeni başlamış gencecik bir öğrenciyken henüz, Nadir Nadi’nin, Mozart kitabı yazmaya karar verdiğini söylüyor.

Ne var ki böyle düşünen Nadi, henüz lise öğrenciliğindeki o delikanlı yıllarında bunu bir türlü gerçekleştiremez, döner dolaşır bir türlü yapıtın başına geçemez. Tasarladığı kitabı yazma tutkusunun da gitgide uzağına düşer.

Ali Sirmen, zamanında kitabı tamamlayamaması nedeniyle Nadir Nadi’nin bunu yazıp ortaya koymaktan neredeyse koparcasına uzaklaştığını söyleyip ardı sıra şunları ekliyor andığım bu yazısında:

“…Nadir Nadi bir Mozart hayranıdır artık. Ve büyük müzisyenin kitabını yazmak istemektedir. Fakat her yazmaya oturduğunda bir şey çıkmakta, yazım ertelenmektedir.

“Nadir Nadi nihayet yıllar sonra yaşlılık döneminde kitabı yazmaya fırsat bulacaktır. Tabii sonuç da istediği kıvamda olmayacaktır. Bin bir özenle yazılan kitabın hazırlık sürecine tanık oldum. Nadir Bey bir türlü istediğini yazamıyor yazdıklarından hoşnut olmuyordu. //

“Demek ki bir konuyu yazma tutkusu yazarın kanına girmeye görsün onu doğurmadıkça, içinden söküp atmadıkça içinde çürümeye ve yazarı da çürütmeye koyuluyor.”

Ali Sirmen’in andığım yazısında asıl önemli olan bölüm, yukarıdaki son satırlar. Yapıtın bir türlü üretilemeyişinin neden olduğu ölümcül bir durum, nedir o; yapıtın, sanatçının içinde çürümesi, aynı zamanda sanatçıyı da çürütmesi.

Ne trajik ne hazin!

Tıpkı bir anne adayının, bebeğiyle birlikte yok oluşuna benzer bir durum, hem acınası hem de acıklı.

Yazının girişinde hamur teknesinden, fırın tepsisinden söz eder, bunun sanatla kurulabilecek bağına yönelirken işte bunu söylemeye çalışmıştım bir bakıma.

Mayalanmış hamuru işlemeden öylece bırakırsanız, sonraki aşamada bundan bir sonuç üretmeniz artık olanaksız hale gelir.

Aynı şekilde hamurunuzu işlediniz diyelim ama bu kez de fırına vermediniz, sonuç yine hüsran.

Çünkü bu ciddi buluşma tıpkı güneş-su-hava katkısıyla tohum-toprak buluşmasının sonuç vermesine benziyor, ama gerekirlikleri yerine getirilmez de koşullara uyulmazsa tohum, toprakta çürümekten kurtulamaz hiçbir zaman.  Öteki katkılar nece eksiksiz de olsa.

Kimileyin bunun tersine kimi davranışları sanatçıların kendi ağzından da duyabiliyoruz. Bir yapıt için yola koyuluyor diyelim sanatçı, sonrasında bırakıyor hamuru, fırını bir nedenle ya da bu işinden alıkonulup engelleniyor, aradan zaman geçiyor, hatta yıllar geçebiliyor.

Sonra oturduğu oluyor, mayanın başına geçtiği, onu yeniden yoğurup fırına sürmeyi, bu işle ilgili hayalini gerçekleştirmeyi umuyor sonuçta.

Fethi Naci, yazarların, yarım kalan yapıtlarını, aradan geçen uzun bir süre sonra yeniden tezgâhlarına alıp tamamlamalarına “kalafata çekmek,” derdi, Karadenizli teknecileri de örnekleyerek.

Oysa insan, mayayı kararken, bunu hamur teknesinde yoğurur, bu hamuru işleme, ondan hünerli yapıt-yapıtlar ortaya koyma hayalleriyle oyunsu bir süreç içinde gezinirken kazandığı ruh durumunu, diyelim mıncıklayıp onunla âdeta özdeşleştikten çok sonra bu ruh durumunu yakalayabilir mi?

Endazesi kaymış bir mayayı fırına sürmek değil yapılması gereken, bunu yeni bir yapıt halinde düşlemek, tutup yeniden maya karmak, bu yeni mayadan ürettiği her neyse bunu fırına vermek.

Gecikildiğinde yeni yıl, artık yeni yıl değil eski yıldır.

İyisi mi, şimdiden yeni yılınızı kutlayayım ben.