02 Mayıs 2017 tarihinde tiyatrodergisi.com.tr için yazılmıştır.
Yiğit Sertdemir, oyunculuktan yönetmenliğe, sanat yönetmenliğine, yazarlıktan tiyatroda öncü, eylemci rollere uzanan geniş yelpazedeki niteliğiyle, sonra alana döktüğü emekle, verim gücüyle “tiyatro sanatçısı” nitelemesini hak edenler arasında geliyor.
Bizde sahneye çıkan ya da bir biçimde tiyatroyla ilgilenen hemen herkese tiyatro sanatçısı denir ya, Yiğit, tiyatronun zanaatçısı da sanatçısı da. Öyle ya, tiyatro oyuncusu genel anlamda bir zanaatçıdır önce, sanatçılığı sonra gelir, tabii kazanmayı başarabilirse bunu…
Yiğit Sertdemir’e “tiyatro sanatçısı” derken bu ayrımın altını özellikle çizmek gereği duyuyorum bu nedenle.
Onun, Sinem Özlek’le birlikte metin düzenlemesini yapıp yönettiği, tek kişilik gösteri olarak yine kendisinin sunduğu, Altıdan Sonra Tiyatro yapımı Şizo Şeyks adlı oyununu izlerken bir kez daha bilincimden geçirdim onun bu çok yönlü yanını, niteliksel değerini.
Oyundan İçeri Adım Atmak…
Şizo Şeyks’in farklı bir oyun olarak kotarılmaya çalışıldığı açık. Oyuna dönük değerlendirmeye girişmeden, topluluğun tanıtmalığından şu alıntıya göz atalım ilkin:
“Şizo Şeyks ‘gerçek’le ilişkimizin bozulduğu, ilişkimiz bozuldukça paranoyaklaştığımız, paranoyaklaştıkça yalnızlaştığımız şimdiki zaman halimize bir bakış. Hepimiz kadar ayrık akıllı olan kahramanımızla; soytarılığımız ve krallığımıza, mazlumluğumuz kadar caniliğimize, saflığımız ama bir o kadar da harisliğimize tiyatro sahnesinden bakmaya kalkınca da elbette; Shakespeare kılavuzumuz, onun cümleleri cümlemiz oluyor. Ve her bir sözcüğü, onun metinler(in)den alınarak kurgulanmış olan oyunumuz, sizi sıyırmaya ve sıyrılmaya çağırıyor…”
Bu sözler, bizi, yarılmalarla sürdürdüğümüz bir toplumsal yaşamla yüz yüze getireceğinin işareti olarak da öne çıkıyor denebilir aslında.
Şimdi Şizo Şeyks’i sahnede ayağa kaldırmak için yapılanlara göz atalım.
Dramaturjisi Sinem Özlek’e, koreografisi Senem Oluz’a, dekor köstüm tasarımı Candan Seda Balaban’a, ışık tasarımı Kerem Çetinel’e, müzik ses tasarımı Burçak Çöllü’ye ait oyunda perdeyle bütünleşmiş bir sinemasal anlatım desteği de söz konusu. Civan Canova, Funda Eryiğit, Emir Çubukçu, Emir Tekin oyunculuklarıyla sunulan film, Nezihe Ateş’in sanat yönetmenliği, Meryem Yavuz’un görüntü yönetmenliği, Boran Güney-Erhan Yörük ikilisinin yönetmenliğiyle perdeye yansıyor.
Bütün bunların odak yansıtıcısı olarak Dilay Ekmekçioğlu’nun yönetmen yardımcılığında Yiğit Sertdemir oyunculuğunu izliyoruz sahneyle perdede…
Shakespeare’in Görünürlüğü, Görünmezliği…
“Her bir sözcüğü” Shakespeare’den alınan metin bize ne söylüyor, neyi göstermeye girişiyor acaba?
Oyunun, şiddet, kan sarmalında toplumca yaşadığımız bütünsel bir yarılmayla bizi yüzleştirmek istediği, daha ilk anlarda hemen anlaşılabiliyor. Peki, “Shakespeare’in 32 faklı oyunu ve sonelerinin Türkçe çevirilerinden derlenerek yeniden söylenmiş” olduğu belirtilen oyunda, büyük ustanın görünürlüğü, görünmezliği üzerine neler söylenebilir?
Shakespeare oyunlarının, farklı teknikler ya da biçemlerle de olsa böylesi toplumsal kırılmalara özgülendiği, kişiyle insan-toplum-devlet ilişkisinin ortaya çıkardığı vuruklara odaklanıp yoğunlaştığı kuşku götürmez. Kaldı ki bu oyunlar, aynı zamanda bizi, kavramsal bağlamda hem de çok temel kimi vargılarla buluşturmakta her zaman üstün bir başarı düzeyi de sergiliyor.
Ne var ki Sertdemir’in Şizo Şeyks’i bu açıdan yaşadığımız kaotik olguyu, toplumu derinden sarsan şizofrenik yarılmayı, yırtılmayı “sıyırma – sıyrılma” biçiminde getirmekle birlikte saltık olarak bununla sınırlı kalan, bizi bir kavramsallıkla buluşturamayan bir sahne gösterisi oluyor neredeyse.
Diyeceğim biz, görsellik ya da olup biten olarak bunları dehşetle izliyoruz ama bir türlü bir kavramsallık odağı önüne çıkarak bu toplumsal şizofreninin anahtarını çözecek ipuçlarına ulaşamıyoruz sanki…
Yöneteninden Yönetilenine Şizofrenik Topluma Ağıt…
Kaotik göndergeler dizisi üzerine oturmuş görünen, sonuçta sinema illüzyonuyla sahne gerçekliğini aynı potada eriterek enikonu farklı bir plastiğe yaslanma savı taşıyan Şizo Şeyks’in, böylesi bombardıman altında seyirciyi ne türden, nasıl bir anlamsallığa taşıdığı da tartışılabilir kuşkusuz.
Sertdemir, büyük kavrayıcılıkla sunduğu, sonuçta bir yandan kişilerin, kendilerini yakmaya götürdüğü, öte yandan toplumun bu gerçeklik karşısında yalnızca baktığını ele vererek, âdeta dünyasal bir yangın arifesinde yaşandığını gösterdiği oyunda, bizi böylece farklı çıktılarla da yüz yüze getiriyor kuşkusuz.
Öte yandan Shakespeare oyunlarından süzdürülebilecek entelektüel atomlamanın bu oyun için de geçerli olduğu, bu çerçevede oyunun sergilediği dikkat çekici yüksekliğin heyecan verici olduğu eklenebilir bütün bu söylenenler üzerine.
Bu nedenle Şizo Şeyks’i, Arturo Ui, Şvayk gibi güçlü karakterler aracılığıyla sunulan, açık biçemli bir oyun gibi almamak gerekiyor. Ama Shakespeare karakterleri bileşenlerinden yola çıkılarak âdeta “icat” edilmiş yapay bir oyun kahramanı olarak almak da yanlış olacaktır onu. Açık biçemli olmasa da bütün aksları, dramatik dolantıları yerli yerinde, zengin görselliğiyle Şizo Şeyks’in, andığım oyunların gösterdiğine benzer düzlemde, bir biçimde onlarla karşılaştırılıyormuş havasında alınması yanıltıcı olacaktır bu nedenle.
Ancak Yiğit Sertdemir’in, bu şizofrenik toplumsal yapının doğurduğu insan karakterlerine dönük vurgusunu hiçbir zaman unutmamak gerekiyor.
Kaçıranların da yakaladıkları fırsatta izlemeleri gereken farklı bir oyun…