tiyatrodergisi.com.tr için yazılmıştır. M.Sadık Aslankara
Yalnız İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Bursa, Adana, Eskişehir gibi sanatın, derin yataklar bulup kendini yeniden yarattığı büyük illerde değil öteki Anadolu kentlerinde de yoğun bir tiyatro eylemi sürüyor. Tiyatromuzu canlı tutan, süregiden bu eylemler aslında. Ülkeyi dolaşan tiyatro enerjisi de, belirgin bir ağa dönüşerek böyle çıkıyor ortaya. Kendi payıma izlenimim, kanım bu.
Sorunlar yok mu? Hem de nasıl. Ancak topluluklar, bir yandan bunu aşmaya çalışarak dayanışma sergiliyor öte yandan güç birliği içinde kendilerince önlemler alarak çözüm yönünde adımlar atıyor. Üstelik buna bir biçimde seyirciden gelen desteği de katıyor.
Ankara’da Farabi Sahnesi yapımı olarak Çağdaş Serter’in yazıp Erdinç Doğan rejisi eşliğinde Emre Basalak’la birlikte sahne aldığı, Sevgili Beynimin İçindeki adlı oyunu izleyip salondan çıktığımda bunlar gelip geçti aklımdan. Tiyatro, her yerde üzerine düşen görevi yerine getiriyordu çünkü.
Evet, öyle; Ankara, bir dönem tiyatronun da başkentiydi. Tıpkı 1930’lar, 40’larda edebiyat çevresi nasıl ki İstanbul’dan Ankara’ya taşınmıştı, 1960’larda da tiyatromuzun ünlü adları, bir biçimde Ankara’ya uzanıyor, yolları, tiyatronun başkenti olmaya da hak kazanmış bu kentten geçiyordu neredeyse. Altın çağını yaşadığı dönemde, Ankara da İstanbul’un yanında pek çok özel tiyatro topluluğu için yurt oldu bu nedenle.
Ankara’nın “Özel Tiyatro” Açısından Şansı…
Ankara, bu açıdan şanslı sayılabilirdi. Çünkü maya tutmuş, alabildiğine kabarmış bu arada yurttaşların da halkaya katılımıyla bir geniş sofra kurulmuştu. Musiki Muallim Mektebi, Tatbikat Sahnesi, Konservatuvar… Ankara, bütün bunların hasadını yapmıştı bir bakıma. Nitekim yurttaşların sahiplenmesiyle Halkevleri kapatıldıktan sonra da Ankaralılar bir büyük kentlilik bilinci göstererek tiyatroya desteklerini ortaya koydu. Kentte “Ankara” adını taşıyan pek çok topluluğun kurulması da bunu gösteriyor aslında.
Örneğin 1950’erin sonlarından başlayan bir evrilmeyle Ankara Deneme Sahnesi, Ankara Sanat Tiyatrosu, Ankara Meydan Sahnesi (Büyük-Küçük), Ankara Halk Oyuncuları Sahnesi, Ankara Birliği Sahnesi, Yeni Ankara Tiyatrosu, Ankara Birlik Tiyatrosu, Ankara Halk Tiyatrosu ve daha pek çok topluluk seyirciyle buluştu. Bunlardan kimileri kısa ya da uzun bir dönem perde açmayı sürdürdü. Bu arada kentte yarım yüzyılı aşkın, sıkıyönetimce kapatılma dışında perde açmayı başaran AST’ın hâlâ oyun sergilediği unutulmamalı.
İşte ilk kez kendilerinden oyun izlediğim Farabi Sahnesi böyle bir temel üzerine oturuyor denebilir.
Bir Ankara Topluluğu Olarak Farabi Sahnesi…
Yenice tanıdığım bir topluluk Farabi Sahnesi. İlk kez oyun izliyorum kendilerinden. Kaldı ki Çağdaş Serter’in de ilk oyunu zaten: Sevgili Beynimin İçindeki. Yazar, iki sözcük arasına virgül koymadığı için hem sevgili, beynin içinde “gizli bir kahraman” olarak algılanıyor, hem de beyin, “sevgili” yapılabiliyor. Bu çerçevede hoş, üstelik doğru bir çağrışım sağlanıyor.
Bir markette çalışan, sürekli hekim gözetiminde, oyuncak köpeğiyle birlikte yalnız yaşayan bipolar genç kadınla (Çağdaş Serter) işsizlik nedeniyle çaresiz kalıp kadının evine hırsızlığa gelen adam (Emre Basalak) arasında yaşanan, iniş çıkışlarına karşın, çatışması yumuşak geçişlerle işlenen bir oyun.
Tiyatral açıdan işini ciddiye aldığı apaçık görülebilen bir topluluk Farabi Sahnesi. Bir özel tiyatro topluluğu olarak ilk oyunuyla çıkmıyor yalnız, yanı sıra bir “yazar tiyatrosu” olarak da iddia yansıtıyor. Nitekim bir psikiyatrik hastalık olarak “bipolar”ı kendisine konu almış olması bile belirgin bir cesaretini ele veriyor topluluğun. Zaten bu konuda danışmanla çalışmış olmaları da işlerine gösterdikleri saygının göstergesi. Bir bilimci konumunda Doç.Dr. Adnan Cansever’in “danışman” olarak anılması bunu gösteriyor.
Yazar Çağdaş Serter, oyun metniyle bipolarlığa yoğunlaşıp konuyu deşmiyor ama, melodramatik hale de getirmiyor. Yine de düzeyi tutturmak bağlamında topluluğun elinden geleni yaptığı söylenebilir. Bunun yansımasını seyircide görüyoruz. Seyirci, bir yanıyla düşünsel çalkantının çevriminde dalgalanırken, duygusal gelgitler eşliğinde oyunu izliyor. Özetle burkulmalı gülüş eşliğinde oyunu izlediği söylenebilir o halde seyircinin.
Şimdi biraz da bu yanıyla üzerinde duralım oyunun.
Tiyatral Düzey Yansıtan Bir Düşünsel-Duygusal Güldürü…
Özetle, tiyatro sanatından ödün verilmeden kotarılmasına, dar bir yapım gideriyle ayağa kaldırılmasına karşın altından başarıyla kalkılmış hüzünlü bir güldürü izliyoruz sahnede.
Bir yandan bipolar karakterle, yaşadığı zıt köşeler arasında anlık değişimlerle gidip gelen, ağır mı ağır bir sorun karmaşasıyla yüzleşiyor, bunun insanda yaratabileceği tahribatın neler olabileceği yönünde kendimizce düşünceler üretiyoruz. Ama bu arada sahnede izlediğimiz serüven eşliğinde bipolar kadınla işsizlikten hırsızlığa bulaşmış adamın savrulmalar eşliğinde bir kendinden bir ötekinden yana duruşlar sergileyip nasıl değişimler sergilediğine, epizot epizot gelişen sürprizler eşliğinde birbirlerinde kendilerine nasıl dayanak yarattıklarını gözlüyoruz.
Gerek rejide Erdinç Doğan, gerek koreografide Recep Toprak Tukaç oyunu havalandırıcı yaklaşımla bir tartım ve hız kazandırmış görünüyor yapıma. Bunu reji akışı, koreografide renklendiriş eşliğinde somutlaşan sahne plastiğinde görebiliyoruz. Böylece Farabi Sahnesi’nin sunduğu, temposu düşmeyen, kıpır kıpır sevimliliğiyle oyun, alıp doğrudan bizi içine çekebiliyor.
Sonuçta Ankara’da yenice perde açan topluluğun kapısını çaldığınızda boş çıkmadığınız bir oyun izliyorsunuz: Sevgili Beynimin İçindeki.