TİYATRO: Zorlu PSM’den Aslan Parçası “Kısa”lar…

tiyatrodergisi.com.tr için yazılmıştır. M.Sadık Aslankara

 

“Kısa öykü”, “kısa oyun”, “kısa film”; bunlar kol kolalık sergileyen “üç kısa”. Ne ki bunların öyle kısacık özetlemeyle geçiştirilebilecek bir hikâyesi olacağı sanılmamalı, tersine her biri gülle ağırlığında bu üç kısa delikanlının. Hem yoğun hem yeğin içkinlikte üstelik; edebiyat, tiyatro, sinema içinde birer alt tür bağlamında. 

Her üçü de çok öncelerde tohumları atılmış, filizlenip yer yer boy atmış birer küçümen sanat olsa da, bunların her biri tıpkı bütün öteki sanat alanlarıyla türlerinde görüldüğünce bizdeki asıl gelişimini, o görkemli büyük atılımı 1950’lerde yaptığını, bunu karşılayıp yaşadığını unutmamalı hiçbir zaman.

Kısa öykü, kalem defter ele geçirildiğinde üretilebiliyor yine, ne ki gerek oyun gerekse film masada tek başına üretilebilecek bir sanat türü değil. Hoş kitap nesnesi de kısa oyun, kısa film benzeri bir sanatsal sanayi yapımı olarak kitap nesnesini gerektiriyor kuşkusuz ama insan kitap gereksinimi duymaksızın da kısa öykü üretebilir salt kendisi için. Ne ki kısa oyunla kısa film öyle değil, kişinin kendisi dışında başkalarına da gereksinimi oluyor bu gerçekleştirimde, bu yüzden günümüzün teknolojik açıdan sağladığı olanaklara karşın tek başına bunların altından kalkabilmek, hadi olanaksız demeyeyim de çok zor. Senaryosunu yazıp cep telefonuyla tek başına üretmeye kalkacağınız kısa filmde yine de bir müzisyene, seslendiriciye, başkasına gereksinim duyabilirsiniz örneğin. Hadi tek kişilik oyun yazdınız, yazarsınız, bu kolay, ama sahnelemesi? Oyunu da siz sundunuz diyelim, sahne üstünü, gerisini nasıl çözeceksiniz?

Tiyatromuzun 1950’lerden 60’lara sıçrayan o benzersiz altın çağında işte, kısa oyun da kısa filmle birlikte kendini göstermeye koyuldu, kısa öykünün parlayan yazar yıldızlarıyla birlikte. Bu kısa öykü yazarlarından kimileri kısa oyunlarıyla da alanda kendini gösterebildi. Örneğin Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumunca yayımlanan Türk Dili dergisinin Türk Kısa Oyunları Özel Sayısı (Temmuz 1969, Sayı 214) anımsanabilir bu noktada. 

Metin And, dergide yer alan yazısında “kısa oyun” için Percival Wilde yapıtını kaynak göstererek şu tanımı paylaşıyor: “Kısa oyunlar, tiyatroda birlik ve tutumluluk bakımından üstün, kısa bir sürede oynanabilen, araları, durakları gerektirmeden bir bütün olarak sindirilip özümlenebilen ayrı bir türdür.”

Salâh Birsel, yine aynı dergideki yazısında kısa oyunun Batıdaki gençler tarafından büyük ilgi gördüğünün altını çiziyor. 

Bizde de kısa oyuna, yanı sıra kısa öyküyle kısa filme karşı özellikle gençlerin büyük ilgisi gözleniyor. Üstelik sayısal veriler, kadınların, gençler arasında erkeklere oranla bu üç kısayı azımsanmayacak sayıda hatta daha yoğun bir ilgiyle kuşattığını ele veriyor. Özellikle üniversitelerin tiyatro bölümlerinde gençlerin kısa oyunlarla alana giriş yaptığı da düşünülürse bunun önemi, işlevi denli ürettiği değer de kestirilebilir kolayca. Öte yandan özel tiyatro toplulukları bile arada bir de olsa kısa oyunlara yer açabilirken ödenekli tiyatroların bu konuda üstlerine düşeni ne ölçüde yerine getirdiği sorgulanabilir bana göre. 

Bunları özetlerken amacım Zorlu PSM’nin aslan parçalarına gelebilmek.

Hani birini severken, “aslan parçası!” vb. ünlemler kullanılır ya, hah, ben de Zorlu PSM’de kanım alevlenerek izlediğim gençler için işte bu söylemi kullanmayı yeğledim. Dupduru coşkularını eksiksiz seyirciye geçirebilmeleri daha işin başında övgüyü gerektiriyor çünkü. 

Bu sunumlar PSM Atölye olarak çalışmalarını sürdüren, 18-30 yaş arası gençlerin kabul edildiği, görece “deneysel” nitelik taşıdığı öngörülebilecek bir yeni oluşumun yapımları bağlamında alınabilir. İzlediğimiz kısa oyunlar, üçüncü dönemine geçen atölyenin önceki dönem katılımcılarınca hazırlanmış yapımlar.

Dört kısa oyun izledim kendilerinden: YükTabuÖlü HamamıMiras. Her bir kısa oyun, kendilerinin yapıp çattığı birer canlı verim örneği. 

Toplu emekle yoğrulup kotarılan, sıcacık somun gibi pıt pıt atan yürekle önümüze getirilen bu dört kısa oyundan “Yük”Yağmur Ilgım Öztekin’in yazdığı, Gülşah Yiğit yönetiminde genç oyuncular Bilge Çınar, Özge Demirci, Umay Aydoğmuş, Berkay Baygın, Yasemin Yeşilgöz, Derya Şahan, Müfit Çağlayan, Emre Gül tarafından sunulan bir oyun. Yağmur Ruken Kahraman’ın kaleme aldığı, Yunus Emre Can’ın yönettiği “Tabu”da Selen Kurtaran’la Nazlıcan Demir sahne alıyor. Demet Taşkıran’ın yazıp Semih Değirmenci’nin sahnelediği “Ölü Hamamı”ndaysa Mislina Kurtuldu, Kardelen Ezgi Yıldız rol alıyor. Son olarak da Deniz Dursun imzasıyla kaleme alınan Neslişah Canbaz sahnelemesiyle Mine Nur Şen’in tek kişilik bir kısa oyun bağlamında sunduğu “Miras” adlı çalışmayı izliyoruz. 

Her bir kısa oyunla ilgili yazmak yerine genel bir değerlendirme yaparak dile getireyim istiyorum düşüncemi. 

Oyunlar, tam anlamıyla gençlik enerjisi taşıyor, taşımakla kalmayıp bu enerjiyi sahneden salona yaymayı da başarıyor. 

Oyunlar, gençlerin, kendilerine dönük yaşantı denklikleri kurarak kaleme getirdiği metinler bağlamında göz dolduruyor. Bu metinlerin, sahne plastiği çatılıp kurulmadan ciddi bir masa çalışmasından geçirilerek yönetmenlerce soyutlayım-dönüştürüm hamlelerine dikkat edildiği görülüyor.

Oyunlar, gencecik fidanların, sahneyi nasıl benimsediğini apaçık gösteriyor. Sonuçta elbirliğiyle yükseltilen bir sahne çalışması olarak izliyoruz Zorlu PSM Atölye’nin bu kısa oyunlar şölenini. 

Bir an için kendimi herhangi üniversitede sahne sanatları bölümünün koridorlarında, odalarında, sahnelerinde taşkın coşkunlukla kucak kucağa, şenlik şamata tiyatro öğrencileri arasında kalmışım duygusu yaşadığımı söyleyebilirim. 

Kısa oyun, tiyatronun entelektüel boyutunu da pekiştiren bir tür. Bu kısa oyuna çalışan topluluk kadar seyirci için de geçerli bir olgu. Nitekim gerek bu kısa oyunu hazırlayan gençler gerekse bu oyunu izlemeye gelmiş genç seyirciler artık tiyatro sanatından içeri girmeye eksiksiz hazırlanmış oluyor böylece. 

E, öyleyse hoş geldiniz tiyatroya, hoş bulduk! Yolunuz açık olsun…

SADIK ASLANKARA