BANA GELEN MEKTUPLAR: Neriman Cahit

2001 Nisan, 19

Lefkoşa

 

Sevgili Sadık Bey,

Mer-ha-baa…

“Öykü Günleri”nden güzel bir anı olarak kaldınız belleğimde ve yüreğimde. Her ne kadar da pek uzun konuşmak, hatta doğru dürüst tanışmak kısmet olmadı ise de, hani “adamın hası” tek bir soluktan dahi bellidir.

Özellikle de “Kıbrıs Türk Öykücülüğü” ile ilgili bölümde içine girdiğim infial içinde yanımdaki arkadaşıma Türkiyeli yazarlardan kimsenin kalmadığını söylerken esas beni üzen cümleyi de ekliyor ve “Sadık Bey bile kalmadı” diyordum. Bir de sesinizi duyduğum zaman içime doluşan sevinç ve mutluluğu hâlâ anımsıyorum. (Bırakın ki, keşke siz de ayrılsanız ve dinlemeseydiniz dedirtti bana bizim konuşmacı arkadaşlar; çünkü her zamanki gibi konuyu iyi anlatacak arkadaşlar yerine, “bizim adamlarımız” mantığıyla seçilmişler ve pek de hazırlanmadan gelmişler, sonuçta da biz Kıbrıslı’ların dahi anla(ya)madığı düz bir çizgide sürdürmüşlerdi ya…)

Neyse, sonuçta o olay sizinle tanışmaya neden oldu… Belki ayıplarsınız amma ben artık öyle pek de heyecan göstermem, koşup durmam Türkiyeli yazarlar Kıbrıs’ı ziyaretlerinde. Lütfen yanlış anlamayın, yüreğimin taa içinde tuttuğum yazarlar vardır kuşkusuz. Hatda sayıları az da olsa dostlarım da var aralarında ama buraya gelen bazıları öylesine yüksekten bakan, aşağılar gibi davranan, bazılarıysa burda inanılmayacak kadar samimi davranıp adres, telefon veren ama Türkiye’de sanki hiç tanışmamış gibi soğuk davrananlar… İlle de bana yapılmıyor, arkadaşlardan da dinliyorum… Zaten ben yapım gereği içimden gelen gibi davranır, elimden geleni sunar ama bir yatırım gibi de karşılık beklemem… hiç bir ilişkimde…

Neyse bağışlayın, sıkıcı bir giriş oldu… Oysa güzel şeylerden de bahsetmeli insan ama sanırım bu günlerde ne sizde ne de bizde öyle bir psikoloji kalmadı… Bırakmadılar… yaşama sevincimizi çaldılar. Ama ben israrla kendimi eğitiyor ve “pes etme yok… İnatla yaşama içgüdüsüne sarılmaya devam” diyor ve uyguluyorum…

Aslında yazılacak, paylaşılacak çok şey var ama bir ilk mektup olarak yeterli belki de… Ötesi, eğer sözün devamını değerli bulursanız çoğaltırız…

Sevgiyle kalın

Neriman Cahit

 

 

2001 Haziran 5

Lefkoşa

 

Sevgili Sadık Bey,

“Şiir insanı dost yapar” derler. Sanırım bu söze tüm sanat dallarını da ilave edebiliriz. Hele de insanın / bireyin, neredeyse teknolojinin ağır işgali altında ağır bunalımlara itildiği bir dönemde sanat la kazanacağımız, daha doğrusu kurtaracağımız her alan ve dostluk olağanüstü bir anlam ve önem taşıyor..

Bu bağlamda mektubunuz ve dostluğunuz beni gönendirdi. Teşekkür ederim.

Bu aralık sizler de, biz de (burada) aynı ortak sıkıntı ve sancıları çekiyoruz. Yaşamımız altüst oldu. Toplum, özellikle de bizde, paranoyak kocaman bir varlığa dönüştü. Aslında, ve galiba, toplumla-politikanın özdeşleşmesinden dolayı, biraz da onun sonucu bu. Bundan dolayı da yazar-çizer ve aydınımız müthiş bir baskı altında, ağır bir bunalım yaşıyor. Sonuçta ise gittikçe somutlaşan dengeleri altüst olmuş, başka değer yargılarının geçerli kılınmadığı bir çıkar dünyasında ‘sanatçı’ etiketini taşıyanların (belki de ve aslında taşıyamayanların), bir noktadan sonra başlarını alıp kendileri için daha güvenli, daha ılıman bir iklime taşınmaları bana müthiş bir öfke ve acı veriyor.

Bunları yazarken aklıma, şu anda yazarını anımsayamadığım şu cümleler geliyor: “Düşünce adamı bazen yangın kulesindeki nöbetçi olacaktır. Sokakta insanlar boğazlanırken, düşüncenin asaletine sığınarak, elini kolunu bağlamak düşünceye ihanettir…”

Yine başka bir düşünce zonkluyor kafamda. Boyuna okuduğumuz, duyduğumuz, tartıştığımız bir başka gerçek de aydının – sanatçının varolan kurumlara karşı geldiği, özgürlüğü, ilerlemeyi, insanlığı savunduğu… Bu da bana bir ön-düşünce gibi geliyor; çünkü yine örneklerinden biliyoruz, çok zeki ve ünlenmiş yazarlar dahi cellatların ve engizisyonun sözcüsü olabiliyorlar. Naziliğe bağlanan Knut Hamsun’un  ve faşistliğe bağlanan Ezra Pound’un durumları bunun acıklı ve paradoksal birer örneği değil midir…

Tüm bu boğuntular arasında çoğu kez ben yine de “şiire ve aşka” sığınıyorum. Aşk deyince sadece kadınla erkeğin arasındaki o derin tutku değil. Benimkisi daha geniş bir alanı kapsar. Dante’nin dediği gibi… “Yıldızları da güneşleri de devindiren aşktır…” Şiire gelince, şiir çok güzel bir çılgınlık… Hem kişiyi, hem de dünyayı bir anda yok eden ve yeniden ve yeniden yaratan… Yaratabilen.

Ama ve ne yazıktır ki, yine biliyoruz hepimiz… Biliyoruz ki “Dağılıp bozulma yaratmadan çok daha hızlıdır…” Ama olsun, ne gam… Bu yolda hızını çiftelemek için müthiş bir azim ve çaba gösterenler var ve galiba bugünü değil, yarını (da) gözlüyor onlar bitiriş çizgisi olarak…

Yaşantılarını değil sadece, sanatlarını ve umutlarını da pek çok insanın unutkanlığına inat… sürdürenler… sürdürme çabasını hiç ertelemeyenler.

Yani, zamanın sdece içinde değil, onu aşabilenler, onun dışına çıkabilenler…

Sizi sevgi ile selamlıyorum…

Sevgili Sadık Bey

Neriman Cahit

 

 

2001 Eylül, 10

Lefkoşa

10 Ağustos tarihli mektubunuza yanıt vermekte geç kaldım demiyeceğim çünkü daha o mektubu aldığım ilk günden ve sonra neredeyse günaşırı hep döndü durdu yüreğimde yanıtları mektubunuzun. Sizin de yazdığınız gibi yaşamın gel-gitleri içinde çoğu kez onun buyurganlıklarına pek uymamaya çalışsanız da sonuçta bir noktada en kırılgan yerinden yakalıyor sizi ve hükmünü geçerli kılıyor…

Şubat’tan beri, sizde olduğu gibi – biz de durmadan çalkalanan bir denizde ileri gitmek bir yana, yerimizde kalabilmek için çalkalanıyor ama her günü yeni yorgunluklar ve yaralarla kapatıyoruz.

Bunun insan ruhuna getirdiği baskı gerçekten çok ağır. Güçlü bir su tarafından sürüklenip götürülüyor gibisiniz. Ya kendinizi bırakacaksınız ve su sizi sürükleyip götürecek ya da kendinize yeni bir çekidüzen verip hayata asılacaksınız. (İkincisini yapmaya çalışıyorum. Tavanı neredeyse akıtan, her yanı gıcırdayan bir eski konağın tüm pencerelerini sonuna dek açmaya içine hava ve gün ışığı dolmasını sağlamaya çalışıyorum… Bunun için de bol bol okuyorum. Özellikle internetten bir sürü şey karıştırıyorum, sonra da yorulan kafamı ayaklarıma yükleyerek uzun uzun yürüyorum.)

Bugünlerde doğada olup biten ayırdına varılmayacak gibi değil. Yavaş yavaş ağaçların yaprakları sarı, kahverengi ve kızıla boyunmakta, baharda yeniden doğmak, yeniden ve güpgüzel renklere bürünmek kelebekler, arılar ve kuşlarla sevişip yeniden yeniden üretmek ve üremek için  güzel bir uykuya hazırlanıyorlar.

Ve akabinde gerek ülke(leri)mizde, gerekse dünyada olup bitmekte / yaşanmakta olanlara bakıyor ve acaba insanoğlu da ağaçlar gibi / doğa gibi yeniden doğuş için kendini geçici yokoluşlara mı hazırlıyor diye düşünüyorum…

Bir mahşer gibi yaşanıyor olsa da her şey…

Yirminci yüzyılı pek de iç açıcı bir karneyle kapatmayan insanoğlu acaba gereken dersleri çıkarıp ev ödevlerine dikkatle eğilecek ve teknolojinin yanına “insanı ve insanî” olanı koymayı başarabilecek mi?

Biliyor musunuz ben hala umutluyum…

En başta yazmak istediğimi en sona bıraktım; Sevgili Sadık Bey, lütfen benim kitaplarımla ilgili bir şeyler yazıp yazmamakla ilgili sıkıntılar çekmeyin. Ben kesinlikle öyle bir beklenti içinde değilim. Tabii ki sizin değerlendirmelerinizin benim için çok çok önemi var ama zaten onları yazıyorsunuz bana yanıtlarınızda.

Benim size yazmamın tek nedeni, artık neredeyse soyu tükenme” olan bir insana, daha da ötesi diğer insanlara tepeden bakmayan, yaşamı gerçek değerleri içinde, yapmacıksız dile getiren bir yazara rastlamanın sevinciydi / sevincidir…

Varlığınız bana dostluğu, insanlığı çağrıştırdı. O yüzden yazdım size… Gerisinde hiçbir beklenti yok sadece bir dostluk paylaşımı… Ki benim için çok çok önemli ve değerlidir…

Bu duygular içinde size sevgi ve selamlarımı gönderirim…

Sevgiyle kalın

(imza)

 

Aşağıdaki satırlarsa, Kıbrıslı şair Neriman Cahit’in, Ayseferi adlı yapıtı için karaladığı sunu:

 

“Sen o yıkık kentsin hala

hala göç ve ölüm…”

Oysa göçecek iklim yok. Bu kendi çok küçük, dertleri çok büyük adada­ Afrodit’in ve Pygmalion’un bu lanetli adasında… Sevgili Aslankara ben bıkmadan ve usanmadan “Sevgiyi ve barışı” doğurmaya andiçiyorum.

Sevgiyle

Neriman Cahit

Haziran 2001